29 Haziran 2010 Salı

Van Tatilinin Devamı...İshak Paşa Sarayı

Yarım kalan işleri sevmiyorum , her ne kadar üzerinden 1 aydan fazla da geçse Van tatilimin anlatımını tamamlamalıyım diye günlerdir içim içimi yiyor. Bakınız ne kadar sorumlu bir blogger'ım. Aslında görüyorum blogger arkadaşlar yazıyor sürekli aaa benim neyim eksik ? Vakitsizlikse vakit bol ama inanın 1 haftadır öksürmekten canım çıktı. Yakında ciğerleri masaya fırlatıp rahatlayacağım. Neymiş? Faranjit olmuşum. Bir dolu ilaçla dolanıyorum. Bugün hem kendimi daha iyi hissediyorum hem de bugün işyerindeki seminerin konuğu Saffet Emre Tonguç'tu. Profesyonel olarak rehberlik yapan ve gezi rehberi sahibi Saffet beyin konuşması sonrası geldiğim gazla haydi şu yazımı bitireyim daha anlatacağım yeni seyahatlar var dedim...işte yine klavyenin başındayım :)

Van'daki 3. günümüzde yineee erkenden uyanıp yollara düştük. İstikamet Ağrı dağıydı ama biz yollarda Tendürek'in ve yıllar önce püsküren lavlarının donmasıyla oluşan garip görüntülü kayalarının etkisinde kaldık. Aslında Yüzüklerin Efendisinin sahnelerini andıran bu bölgede bence filmin çekimleri de yapılabilirmiş. Biz kayaların üstünde fotoğraf çektirirken nedendir bilinmez merhaba yerine "Hellooo" diyen çoban arkadaşlar da koyunlarıyla yanımızdan geçiyordu. Ama benim koyunlardan çok minik keçiler ilgimi çekiyordu :))

Bu aralar acaba veteriner mi olsam diyorum? İnsanlarda bulamadığım sevgi ve şevkati sanırım hayvanlarda buldum. Özellikle küçük yeni doğmuş olanları çoook seviyorum !! :)
Doğu Bayazıt'a yaklaşık 2 saatlik bir yolculuktan ve 2 jandarma kontrolünden sonra vardık. Benim gibi bir sarışını :P arabada görünce tabi hemen geçebilirsiniz dedi jandarma abiler ;) Bu güvenlik kontrolünün sınıra o kadar yakın olduğumuzu farkedince gerekli olduğunu düşünmeye başladım. Gerçekten çok yakındık, düşünün gözetleme kuleleri görünüyordu. İran sınırına bu kadar yakınken de İran'dan gelen karpuzları ve kaçak ürünleri de yine burada bol bol görebiliyorsunuz. Doğu Bayazıt'ın içinden geçip İshak Paşa sarayına doğru ilerlerken manzaradan hemen etkilenmeye başlıyorsunuz. Aklınızdan da şu geçiyor " Bu adamlar deli mi gidip dağın tepesine saray yapmışlar? " Bir rivayete göre Rusya'dan gelen bir elçi önce İshak Paşa sarayında dinlenir daha sonra da Topkapı Sarayına gidip hükümdarın karşısına geçer. Hükümdar'a İshak Paşa sarayının güzelliğini hatta Topkapı'dan bile daha çok beğendiğini ifade eder. Bu duruma çok sinirlenen Osmanlı hükümdarı ( hangisi olduğunu unuttum da :) İshak Paşa'yı başka bir memlekete sürer. Tabi biz paşalarımıza sahip çıkmazsak olacağı bu. Ruslar da gelip buraları istila edip görkemli altın kaplamalı kocaman saray kapısını alıp memleketlerine kaçırırlar. Avrupa'da gezipte memleketimin tarihi yerleri için üzüldüğüm çok oldu. Adamlar öyle bir sahip çıkıp tanıtım ve görsellikte o kadar başarılılar ki biz maalesef elimizdeki tarihi eserleri hep çaldırıp sonra da neden gelişemiyoruz memleketimizi kimse tanımıyor diye üzülüyoruz. Örneğin bugün öğrendiğim bir bilgiye göre Bergama'daki antik kentte kocaman bir tarihi eser ( fotooğrafını gördüm de gerçekten kocaman) vakti zamanında Almanlara " Aman siz taşları alın da altın gümüş çıkarsa bize bırakırsınız" diye Almanlara kaptırılmış. Bu durum gerçekten içler acısı.

Devlet babaya biraz benden sitemden sonra konumuza devam edelim ( bir başlarsam duramayacağım daha çok sitem var maalesef) İshak Paşa sarayı tahminimden çok daha büyük çıktı. İçerisinde hamam , zindanlar , camii , konuk karşılama odası vs. herbirşeyi var. Üzeri eskiden metal bir çatı ile kapalı iken şimdi cam bir çatı ile kapatılmış, dışardaki ışık aynen içeriyi aydınlatmış ( neden ülkemizdeki tarihi eserlerin hep çatısı yıkıktır ve içinde tıpki eskisi gibi mobilyaları ordaki yaşamı daha iyi yansıtan eşyalar yoktur merak etmişimdir ) Burada bir sürü fotoğraf çekme şansımız oldu ama ben şansımı bu şirin yavruları çekmekle değerlendirdim. Av köpeğinin yavrusu da çok şirin oluyormuş :)

Ve tabii doğunun eli yüzü kirlenmiş ama içi temiz kalmış çocukları

Doğu Bayazıt'tan dönerken neyseki biz arabadayken deli gibi dolu yağmaya başladı. Havanın o kadar soğuk olmadığı bir dönemde dolu yağması da biz büyükşehir çocuklarına değişik geldi :) İshakpaşa sarayının olduğu yamaç Ağrı dağına sırtını vermiş. Bunun sebebi eskiden insanların Ağrı'yı uğursuz görmeleriymiş. Biz de Ağrı'ya yüzümüzü dönüp lezzetli bir yemek yedik. Her ne kadar doruk noktayı göremesekte doruk noktasının bulutların üstünde kaldığını bilmek dağın büyüklüğünü tahmin etmemize yetti.

Sonraki yazımda Nemrut Krater gölüne gidip sonra da Ahlat Selçuklu mezarlığını ziyaret edip Ahlat'ı gezeceğiz . Dönüşte Adilcevaz'dan cevizlerimizi alıp otelimize geri döneceğiz.

22 Haziran 2010 Salı

Nerelerde miyim??


Şimdilik İstanbul'dayım. Fazla gezmekten yoruldum. Sağ ayak baş parmağımda bir hissizlik var. Görende turist rehberiyim gibi muamele ediyor. "Ohh sen de iyi geziyorsun" Sadece bende 5 yıldızlı tatil köyünde tatil yapmak anlayışı gelişmemiş sanırım o yüzden fazla göze batıyoruz ;) Gerçi bu tip bir tatile bu günlerde özenmiyor da değilim. Kumsal & Deniz & Güneş... Ama ben kimseye ohh sen de iyi geziyorsun bir yerinde dur kardeşim demiyorum. Gezip görmek gibisi var mı? İnsanın sevinmesi lazım arkadaşının adına değil mi?
Ben eskiden turist rehberi olmak istiyordum. Olmadı. Hostes olayım dedim mülakatta beğenmediler çok kalifiyeymişim hosteslik için :P Ama ben gezmek istiyorummm!! Görmem lazım dünya nimetlerini :) Neyse kendime gezmeyi seven bir partner buldum ya da o da benim gibi birini bekliyormuş herhalde. Benim genlerimde var zaten . Babaannem de böyleydi . Büyükbabamla Samsun'dan girer Mersin'den çıkarlardı ordan İzmir'e. Van yazısını tamamlamadan tatil için Londra&Edinburg 'a gittik. Yakında hepsini fotoğrafları ile tamamlayacağım- anlatacağım, söz veriyorum . Zaten 2-3 izleyenim var onları da küstürmeyeyim değil mi? :))

Yakında görüşürüz !!!

4 Haziran 2010 Cuma

Van Gezisi Bölüm -2- Akdamar Adası


Güne cırtlak sesli bir horozla başlamak gibisi var mı? Yok :)
Bir de sabahın körü ötüyorsa hiç yok .
Yataktan kalkması zordu çünkü otel kışın misafiri olmadığı için kalorifersizdi ve yatağın dışına çıkınca heryer buzz gibiydi. Horozdansa başında dikilmiş "haydi nesobaby haydi nesobaby , kalk nesobaby , haydi haydi haydiiii" diye başının etini yiyen bir koca daha etkiliydi uyandırma konusunda.

Zar zor yatağın içinde kıyafetlerimi giydim. Kıyafet demişken Van 'a giderseniz en rahat pantalonunuzu (mümkünse uzun olsun, zaten sarışınsın halk seni yabancı turist sanıyor) en rahat ayakkabınızı giymeyi unutmayın. Bir de bu mevsimde biraz kat kat lahana modunda giyinmekte fayda var. Bir an üşüyüp biraz sonra terlemeye başlayabiliyorsunuz. Aman gece dışarı çıkarız diye şık bişeyler almaya da gerek yok ( tecrübe konuşuyor) Çünkü tek gece eğlencesi arkadaşlarla sohbet ve kitap okumak oluyor.

Uyanması zordu ama gördüğüm manzara tüm zorluklara değerdi.



Bu minik tatlı kaz yavruları güne süper başlamama sebep oldular ! Herşeyin küçüğü daha bir sevilirmiş ya bunların da minikleri tabiki daha çok seviliyor. Gerçi sevmenize izin yok o ayrı. Uzaktan gözlerinizle seviniz. Zaten 1 mt yaklaşsam anne-babaları hemen ağızlarını açıp gagalarıyla "ısırırım seniiiii" der gibi beni korkutmaya çalışıyorlardı. Hatta otelin köpeği zavallı Karabaş bile bir tanesinin saldırısı ile günlük nasibini almış oldu.


2. gün otelde kahvaltı yapmadık çünkü bir an evvel meşhur kahvaltı salonu Bak Hele Bak'a gitmemiz gerekiyordu. Önceki yazımda bahsettiğim gibi bu kahvaltı salonunu Sütçü Fevziden daha çok beğendim. Van'a giderken İlke'nin (annemin de) en çok sevdiği çiçek olan gelincik tarlasını görünce durmadan edemedik. Nerdeyse 20 dk burada fotoğraf çektik. İlk başta yılan çıkar korkusuyla zıp zıp koşarak girdiğim tarladan fotoğraf çekmek için sürünerek çıktım. (Yalandan korkmam yılandan korktuğum kadar !) Alttaki fotoğtafta tarlanın ilerisinde otlayan inekleri görebilirsiniz.



Bu arada bol bol inek ve öküz görüyorsunuz zaten. Cüsseleri kadar şirin bu hayvanlara o pis kokuları olmasa sarılasınız geliyor ( yani benim çok sarılasım geldi) Bu arkadaş saçlarını ortadan 2 ye ayırmış , pek yakışıklı olmuş :)




Gelinciklere karşı koymak zordu ama karnımızdaki ziller de susmuyordu. Yine düştük yollara ve Yusuf Konak'ın kahvaltı salonunda donattık sofrayı.


Bu sofranın henüz yeni donatılmış görüntüsü. Aceleyle çekilen fotoğraf sonrası yemeğe dalınır ve en ufak bir lezzet ziyan edilmez. Hepsi doğal olduğu için de çok leziz. Daha önce de dediğim gibi burada yediğim yumurtalı kavurma muhteşemdi!


Kahvaltı sonrası hemen Van kalesine doğru yola çıktı. Vakit nakittir daha gidilecek yerler vardı. Van Kalesi beklediğimden daha büyüktü (Biraz Mardin kalesini andırıyor) Buradan manzara süper. Denizin rengi öyle güzelki.. pardon gölün rengi :) Oturup birkaç poz çekmeden / çekinmeden yapamıyorsunuz.



Diyar- Ömer- Samet


Gelen turistlere "her dilden anlatırım abi, japonca bile" diyerek biraz da yapışarak harçlıklarını çıkaran küçükler. Hepsinin maddi durumları bozuk. ( Biz İlke ile kitap -kırtasiye yardımı göndermeyi planlıyoruz katılmak isterseniz bilgi verebilirsiniz) Her ne kadar yapışma kısmı can sıkıcı olsa da bir süre sonra bu miniklere alışıp eğlenceli bir sohbete dalıyorsunuz. Ama imkansızlıklar maalesef çocukları biraz kaba olacak ama yüzsüzleştirmeye başlamış. Yine de elimizden geldiğinde her gittiğimiz yerde onlara harçlık verdik. İlke'nin muhteşem fikri de bu tarz yerlere giderken bisküvi gofret süt gibi yiyecekleri yanınızda bulundurmak ve para yerine bunlardan vermek. Çok akıllıca ! 3 minik rehber ile başladığınız turunuz bir süre sonra böyle bir ordu ile sonlanabilir :)


Van Kalesi sonrası Van'ın güneyine doğru Akdamar adası motorlarına bineceğimiz Edremit'e doğru yol aldık. Burada arabanızı rahatça ve ücretsiz bırakabileceğiniz tesisler mevcut. Sadece 3 TL ye adaya gidiş -dönüş motor ücreti ödüyorsunuz. Yaklaşık yarım saatlik bir deniz yolculuğu ve manzara yine muhteşem!



Akdamar adası sanırım Van deyince akla gelen ilk yerlerden birisi. Adada bulunan kilisenin bu bölgenin ilk kilisesi olduğu ve yakında haftanın 1 günü ibadete açılacağı söyleniyor. Aslında adanın kendisinden çok manzarası çok güzel. Gölün ortasında böyle bir adacığın olması da ilginç tabii. Bu arada adada elektrik yok ( dondurma da yok) ama çay veya su içebileceğiniz abur cubur alınabilecek bir kafe mevcut. Sizi bırakan motor 1-1.5 saat sonra geri gelip sizi anakaraya geri götürüyor.
Döndüğümüzde karnımız o kadar açtı ki , Alper'in sabahtan beri sayıkladığı Anatolia Restaurana kendimizi zor attık. Nerde ne yenilir kitabından yola çıkarak bulduğumuz restauran (Alperle İlkenin kitabı) şıklık değil lezzet bekleyenler için güzel bir tercih. Kaburga yediğimiz bu mekanın salatası da bir o kadar lezzetli idi. Bu arada porsiyonlar biraz küçük aklınızda olsun.


Göl manzarası eşliğinde bu lezzetli yemekten sonra çok geç kalmadan Van'ın merkezindeki kaçakçılar çarşısına gittik. Burada İran'dan gelen çok sayıda kaçak mal bulabiliyorsunuz. Bizim daha çok ilgimizi takılar çekti. Tabiiki kendimize birkaç elmaz zümrüt ve yakut almadan çıkmadık :) Çıktığımızda hava kararmıştı ve acilen otele dönmemiz gerekiyordu. Hava kararınca köyün girişini bulmak biraz zor oluyordu da :)


Tok olduğumuz halde Kemal Abinin oğlu Ahmet'in lezzetli yemeklerinden de atıştırmadan uyumaya gönlümüz el vermedi. Bir güzel gün de burada bitiverdi.

Devamı sonra...

( Bir sonraki yazıda (3. gün ) Tendürek , Doğu Bayazıt ,İshakpaşa Sarayı ve Ağrı yolcuğumuzu anlatacağım )

2 Haziran 2010 Çarşamba

Nesobaby Van'da

Always Van Number one ! ( ya da tam tersi)

Gezimizi anlatan cümle bu oldu

İlk duyduklarından çoğu kişinin tepkisi de şu oldu : Van mı? Ne işiniz var Van'da?
-Hiççç gezicez fotoğraf çekeceğiz işte
-Aman dikkat edin tehlikelidir
-İstanbul'dan daha güvenli olduğu söyleniyor (kıs kıs kıss :))

Güvenlik konusundan daha sonra da bahsedeceğim öncelikle Van'dan bahsetmek istiyorum.

Türkiye'nin en büyük gölü olan (gerçekten çok büyük) Van gölü ismini doğu yakasına yerleşmiş olan Van şehrinden almaktadır. Aslında Bitlis'te de yakası var ( Batı tarafı) ama doğu yakası ağır basmış demekki ( bilmiyorum neden? )

Biz biletlerimizi taaa Ekim 'de Kapadokya'dan dönüşte almıştık , İlke & Alper gidiyormuş , ee biz de eksik kalmayalım dedik ( şaka tabii ki ) Alper daha önce gitmiş çok beğenmiş fotoğraf çekmek için çok güzel bir doğasının olduğunu söyledi. Eeee haksız da değildi yani..

Öncelikle ben Van gölünün en büyük gölümüz olduğunu biliyordum ama açıkçası bu kadar büyük olduğunu tahmin etmemiştim. Ve işin ilginci gölün rengi masmavi sanki sanırsın Karayip denizi :)) Uçaklar inişte ve kalkıştı sanırım gölün etkisiyle beni korkutacak derecede tribülansa girip sarısılıyor. Gerçekten o kadar uçtum hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyor.


Biletlerinizi tabiiki birkaç ay önceden alırsanız yaklaşık 70 TL ye gidip gelebiliyorsunuz. Otel konusunda da sağolsun hazırlıklı gelen arkadaşımız Alper Butik oteller kitabından bize Park Natura'yı ayarlamıştı. Şimdi siz diyeceksiniz ki ismi yabancı sanırım bir tatil köyüdür bu . Aslında doğru tatil köyü ama 5 yıldızı eksik :) Tam da kaldığımız otel Van'a 60 Km uzaklıkta Çolpan köyünün Van gölü kıyısındaydı. Açıkçası bir daha gitsem yine orada kalırım. Çünkü horoz sesi ile uyanıp taze miss gibi havayı solumak ördekleri beslemek , yoldaki ineklere selam vererek geçmek, muhteşem bir doğa manzarası ve nefis ev yemeklerini 5 yıldızlı bir otele değişmem. (Ayrıca da tüm bu olanaklar günlük sadece 40 TL / Tam pansiyon) İşin ilginci Park Natura'nın sahibi bir Alman Kuş bilimci Dr. ile evli Türk bir bayan. Otelde Tv yok , sadece doğa ve siz varsınız ( ohh ne kadaaan mikemmel ! )




Biz 19 Mayıs'ta ordaydık ve Van'a henüz bahar mevsimi yeni yeni gelmeye başlamıştı. Dağların üstü hala karlı ve hava esince üşüten ama güneşli cinstendi.
Şansımıza da heryer yemyeşildi!! :) (Bazen de rengarenk :)


Van'ın merkezi havaalanına çok yakın. Yaklaşık 1 saat 40 dk bir uçuşla İstanbul'dan Van'a , 5 dk 'lık araba yolculuğu ile şehir merkezine ulaşabiliyorsunuz. Ana yoldan sapmayıp tabelaları iyi takip eder bir de yanınızda harita varsa gideceğiniz yeri çok kolay bulabilirsiniz.

Biz ilk gün havaalanından araba kiralayıp hemen gezmeye başladık. Bu arada biz son dakikaya bıraktığımız için biraz dandikus bir arabayı günlüğü 85 TL 'ye kiraladık. Sanırım daha ucuz yerler de varmış . Önceden internetten araştırıp ayarlamakta fayda var.

Öğlen saati olmasına rağmen karınlarımız acıkmış ve hemen meşhur bir Van kahvaltısı varmış nerde yenir diyip Sütçü Fevzi'nin kahvaltı salonuna doğru yol almıştır. Biz göl kenarındaki şubesine gittik ama şehir merkezinde de şubeleri varmış. Adam başı 20 TL ye sınırsız yiyip içiyorsunuz. Fakat şehir merkezinde fiyatlar daha uygun. Mesela 2. gün gittiğimiz "Bak hele Bak Yusuf Konak Kahvaltı Salonu" nda 4 kişi için 45 TL ücret ödedik. Ayrıca yağından mıdır etinden midir nedir bilmem yumurtalı kavurması muhteşemdi !! Bu arada Yusuf Konak çılgın bir işletmeci. Sırf kahvaltı değil eğlenceyi de yanında veriyorlar. Bir de arada komik bilmeceler sorup size ufak hediyeler dağıtıyor :) ( neee yankı yaptı !!) Kaymak üzerine bal ve ceviz de normalde bal yemeyen ben için vazgeçilmez oldu bir anda çünkü herşey çok doğal.


İlk gün kahvaltı sonrası otelimize yerleşip bulunduğumuz yere yakın olan Van'ın kuzey doğusundaki Muradiye ilçesine gittik. Burada Türkiye'nin en geniş şelalesi yer alıyordu. Güzel fotoğraflar çektikten sonra otele geri döndük. Bu arada Van gölü dışında da küçük göller mevcut. Özellikle kuş fotoğrafçıları için güzel bir seçim.





Otelde Tv olmadığından akşamları yemekten sonra ertesi sabahta Burki'nin erken kalkan yol alır takıntısından dolayı odalarımıza çekilip erkenden uyuduk. Otelle ilgilenen ve ailesi ile orada yaşayan Kemal abi bize gidebileceğimiz yerler konusunda yardımcı oldu. Önceden gün gün plan yapmakta fayda var. Biz 5 günlüğüne gittik ama birkaç gün daha olsa gezilirdi inanın :) Bu arada Kemal abi kalabalık ailesi ile otelin arkasındaki evlerinde kalıyor ve gerçekten çok ilgili bir yetkili. 5 yıldızlı otellerde öylesini bulamazsın. İsteyenlere de yakın mesafe gidilecek yerlerde rehberlik yapıyor. Kemal abinin oğlu Ahmet ise nefis bir aşçı. Ben kolay kolay ev yemeklerini beğenmem . Annem gibi yapamamış derim. Ama Ahmet çorbasından mezesine salatasına köfte ve dolmasına kadar her yaptığı yemekte çok başarılıydı. Şu Ahmet her eve lazım dedik :)


(Ahmet evde yemek yapmazmış karısı yaparmış, acaba bizim Burki'de işyerinde mucizeler mi yaratıyor mutfak konusunda??? )

Daha önce dediğim gibi Van ya da daha doğrusu ülkenin Doğu bölgeleri hep tehlikeli görünür. Ama yerliden çok yabancı turist olması da ilginç tabi. Açıkçası orda da yaptığımız konuşmalarda belirli yerlerin tehlikeli ve gidilmeyecek yerler olduğuna ( Özellikle Irak sınırındaki köyler) karar verdik. Tabi bazı yerlere giderken kaybolmamak açısından ya da daha iyi öğrenmek için yanınıza bir rehber arkadaşta alabilirsiniz. Biz daha önce Mardin-Midyat-Hasankeyf ve Diyarbakırı gezmiştik. Bizi rahatsız eden hiçbirşey olmadı. Tabi geçilmemesi gereken tehlikeli yollar da varmış. O yüzden bir bilen ile gitmekte fayda var.

Ben akşamları erken yattığımız için yanıma aldığım kitabımı okuyup uyumayı tercih ettim. Sabahları isteseniz de geç kalkamıyorsunuz. Köyde de tek korkmanız gereken geceleri tek başına dışarda dolaşmak olabilir. Çünkü malum köy ortamı bunun kurdu da var kaplanıda (Yok yok sadece kurt varmış) Kemal abinin dediğine göre onlar kapı baca açık yatıyorlarmış.

Bu arada otele gittiğimizde 2 tane motorsiklet vardı. Akşam sahipleri ile tanıştık. Almanya'dan motorsikler ile gelen çiftin buraya 2. gelişleriymiş. Tek yaptıkları odanın önünde şezlonga yayılıp kitap okumaktı. Şimdi düşünüyorum da neden olmasın ? Gayet dinlendirici :)

Devamı sonra...



Uçuş Gönüllüleri Aranıyor !!!



Merhaba arkadaşlar
Önümüzdeki günlerde Fransa, Almanya, İsviçre, Kanada veya Amerika'ya yolculuk yapacak olanlarınız var ise ya da böyle birilerini tanıyorsanız ve küçük bir dosta yardım etmek isterseniz lütfen bu fikri düşünün ve paylaşın ;

Let's adopt uluslararası boyutta çalışan Türkiye'de de faaliyet gösteren sokak hayvanlarına yuva bulan onları sahiplenen bir topluluk.
Yurtdışından bir sokak hayvanını sahiplenmek isteyen daha çok gönüllüler çıkıyor. Let's adopt hayvanlara eşlik edecek uçuş gönüllüleri arıyor.

Uçuş gönüllüsü olmak için yapmanız gereken tek şey Let's adopt 'a bilgi verip ve uçuş günü küçük dostumuzu havaalanından teslim alıp gideceğiniz havaalanında yeni sahibine teslim etmek. Eşlik edeceğiniz hayvanın masraf ve işlemlerini onlar yükleniyorlar. Siz zaten kendi uçak biletinizi ödemiş olduğunuz için herhangi bir ekstra masrafınız da olmuyor.

İlgili bir videoyu burdan izleyebilirsiniz.
Ben de en yakın fırsatta onlara yardımcı olmayı istiyorum

ayrıntılı bilgi almak isterseniz siteyi kuran ve yöneten (Bildiğim kadarı ile yıllardır Türkiye'de yaşıyor kendisi) Viktor ile irtibata geçebilirsiniz
Eğer ben yapamam diyorsanız da yapabilecek hayvansever arkadaşlarınız ile lütfen paylaşın
Teşekkürler şimdiden :)
Not: Ben kendim için sordum ama İngiltere kanunları gereği götüremiyormuşuz. Öncelikli olarak yukarda sayılan ülkelere gidecek kişiler lazımmış.

1 Haziran 2010 Salı

Multitap Dinliyorum Yerimde Duramıyorum

Kıpır kıpır ofiste.. çaktırmadan kimseye.. belimi bir sağa .. bir sola.. iki sağa iki sola sonra sağa ve sonra sola... (Hadi amaaa.. sizin de olmuştur böyle ritme karşı koyamadığınız çaktırmadan ofiste dans ettiğiniz anlar)
Haydiii oturmaya mı geldikkk?? Hobaaa!

Bu öğlen iş arkadaşım ( ortağım - hani şu dedektif filmlerindeki gibi) Tolga co alıp getirmiş sağolsun :P dedim o ne? Asker arkadaşımın albümü dedi..



Ayy dedim tiplere bak alacak başka bir albüm bulamadın mı? Ama fotoğraflar da güzelmiş haa aslında ön yargıya gerek yok ...haydi dinleyeyim versene sen bana bakayım o albümü :)

İşte o saatten beri dinliyorum Multitap'in ilk albümü Takım Oyunu..

Ne tarz mı derseniz ki diyenler oldu ..valla bilmiyorum ama kıpır kıpır birşey işte :)

Hani bir zamanlar Cake diye bir grup vardı sanki biraz o hatta daha çok Maroon ve sanki biraz Bedük , zaten vokalimiz Selim Siyami Sümer ( ay hiç bu tipe yakışmıyor bu isim yani 2. ve 3. isim) eskiden Bedük'le çalışıyormuş. Bir de magazinlerden bilirsiniz Demet Evgar sevgilisine şirket kurdu diye işte kurduğu prodüksiyon şirketi ile sevgilisinin grubunun albümü çıkarmışlar. Aman ne güzel yaa biri de bana albüm çıkarsa klip çekse off off..

Favori şarkılarım başta "Çıbık" "Bir şey mi var? " "Battaniyem" "Pul" "Kirli Sepetim"
Ama ben çoğunlukla Çıbık 'ı başa sarıp sarıp dinliyorum ( Çıbık yani çubuk , çıbık kraker )

Çıbık ..işte geldi kapına.. elma dersem çıkma armut dersem çık

Çıbık.. na na na.. benim rap'im komik

Beğenmezse başkasını yazarım ona ;)

Bugün Okulu Kıralım mı?

Bu sabah Beşiktaş vapur iskelesinden artık yazlık moduna girmiş, kravatı iyice çözülmüş hatta kimisinin takmadığı , mini eteklerin altına bir de diz altı çoraplarını giyen liseli kızları görünce içimden okulu kırmak geldi. Ben ilk okul kırdığımda sanırım orta 2'deydim (Belkide orta3) Kadıköyde GreenHouse diye bir kafeye gitmiştik- hala orda duruyor Bahariyeden Moda'ya çıkarken solda. Hava o kadar kötüydü ki okulu kırdığımıza değmemişti bile :) Sonra Sinem'le gidip Opera pasajında kulağımızın kıkırdak kısmını deldirmiştik ( Şimdi hiç işime yaramayan kapanmış 7 tane delik var kulağımda-çünkü küpe takmıyorum ağırlık yapıyor)

Havalar ısınınca insanın içinden okula gitmek gelmezdi ya şimdi keşke okullu olsak ve sınıfları doldursak sonra da arka bahçeden gizlice tüysek. Bizim okulun yeri (Kartal Burak Bora Anadolu Lisesi ) adı üstünde Kartal'da olduğu için ( hatta daha da kötü Soğanlık 'ta) okulu kırıp merkezi bir yere gidene kadar zaten 1-2 saat geçmiş oluyordu.

Ben öğrenciyken "keşke ben de çalışmak yerine yeniden öğrenci olsam " diyen kuzenimin sözlerini anlamsız bulurdum. Çalışmanın nesi kötü , sınav yok, sınav stresi ve öğretmenler yok, kendi paranı kazanıyor ve rahatça harcıyorsun (ahh ay sonunu zor getiriyorsun- baba harçlığı gibisi var mı? ) O zamanlar bir de harçlık için babamla pazarlık yapardık. Bak bir sonraki ay 5 TL daha fazla ( o zamanlar 5 milyon) vermeye başlayacağız çünkü artık lise2' desin :P Off off kocamanım ben yaa :) desene o istediğim paten için daha çabuk para biriktirebileceğim :) Sen 5 TL için pazarlık yaparken ( baba ya 10 TL olsa?) arkadaşın günde 5 TL ile okula gelirdi :) Zaten onun George hoog'ları (corcuk derdik kısaca ) da vardı ve burlington çorapları, barbour montu.. hee bir de onun erkek arkadaşı olurdu hep. Benim genelde beğendiğim çocuklar bana bakmazdı ee ben de çirkin ördek yavrusuydum neyime baksınlar? (Şimdi o çocukların çoğu çökmüş ve bir de saçları da dökülmüş, ohh beter olsun :P )

Benim hayatımın en eğlenceli dönemleri sonradan görüşmeyi kopardığımız ama o zamanlar kardeşim gibi sevdiğim dostlukları ile Burak Bora'da geçti. 7 sene boyunca yapmadığımız muzurluk kalmamıştı. Küslüklerimiz bile daha çok koyuyordu gönlüme. Ama sevinçlerimiz de daha coşkulu idi. Şimdi eskisi gibi değil hiçbir duygu. Bir hayat mücadelesiyle koşturuyoruz bilmem nereye? Geçen gün karar verdim hayatıma daha anlamlı hedefler koymaya ve günü geçirmek için yaşamamaya. Ama özledim lise yıllarımı da bugün. Belki birgün bu yazıyı okuyup beni hatırlayan tüm liseli arkadaşlarıma, Burak Bora'lılara ; Sizi özledim eski dostlar...