23 Aralık 2009 Çarşamba

Film Tavsiyesi

Bugüne kadar hiç ilgimi çekmemiş olan Brad Pitt'in başrollerde oynadığı Tarantino imzalı Inglourious Basterds (hönkk o ne ki? ) adlı filmi tavsiye ediyorum izleyin. Tam bir Tarantino tarzı ama bu seferki geçmişte, 2. Dünya savaşı nazi işgali altındaki Paris'te ve civar yerleşim yerlerinde geçiyor. Bir grup yahudi kendi aralarında çete kurup en az 100 adet ( atıyorum ama baya fazla bir rakamdı) nazi kafa derisi toplamayı hedefliyorlar. Başlarında haylaz çocuk Brad :) Filmin çoğu sahnesinde ellerimle gözümü kapasamda ( klasik Tarantino tarzı mı diyebiliriz her kanlı bıçaklı sahneyi ayrıntısıyla gösteriyor) keyifle izlediğimi söyleyebilirim. Film gerçekten eğlenceli sonu trajikomik :) Hemen de havamı atayım filmin Cannes film festivalindeki galasında ordaydım , tabi salonda değil dışarda çığlık çığlığa Braaaad diye bağıranların arasındaydım :)))

Yılbaşı mı Yılsonu mu? Yeni Yılda Mutluluklar !!


Şimdi biz bir heyecan bekliyoruz yılbaşı gelse de tatil yapsak eğlensek hoplasak zıplasak diye . Cimri Çek cumhuriyeti bize sadece kalacağımız gün kadar vize vermiş buradan size şikayet etmeden geçemeyeceğim. Aldığım en kısa Shengen Vizesi ödülünü kazandı. Başımıza neler gelecek bilmiyorum ama son 1 hafta kala beni tatil heyecanı sardı (Avrupayı kara kış sarmış diyorlar). Önümüzdeki hafta yolcuyuz abbas. Çok soğuk yerlere gidiyoruz ki arkamızda bırakacağımız memlekette çok sıcak değil (hani orda pişman olmayacağız sıcacık memleketimi bıraktım da geldim totom dondu diye) . 4 sene önce de gitmiştim Prag'a giderken herkes bana "ayy çok romantik bir şehir" demişti. O zamanlar sevgilim olam eşim Burak'la bu şehre hayran kaldık. Bol bol gezdik fotoğraf çektik. Fakat bir romantizm yaşayamadık. Neden diyeceksiniz? O kadar soğuktu ki hava, biz kat kat giyindik ve ben 2 eldivenle dolaşırken bir de sevgilimin elini tutamadım ya da ona sarılamadım ( o kadar kat giyinip deneyin göreceksiniz) Ama şehir, gezmesi kolay , gezilecek yerleri merkezi ve tarihi bozulmamış görüntüsü ile kendine çekiyor herkesi . Diğer Avrupa ülkelerine göre de daha ucuz. Sadece bir Prag kitabı alarak kendi başınıza gezebilirsiniz. Hatta bir tranvaya atlayıp ( tranvay ağı baya gelişmiş) hiç üşümeden geze geze şehri gezebilirsiniz.

Biz 4 sene önce Ocak ayında o kadar üşümüştük ki "bir daha buraya kışın asla gelmem yazın gelirim ancak" demiştim. Ama neymiş? Büyük konuşmayacaksııınn. Ekim ayında arkadaşların ( Seda & Engin) gazına gelip haydi yılbaşında biz de sizinle Prag'a geliyoruz dedik. Birkaç ay önceden yılbaşı için bilet alırsanız çok uygun fiyatlara bilet bulabiliyorsunuz (Yılbaşından malum biletler çok pahalı) Mesela biz biletlerimizi şu siteden alıyoruz ki hem karşılaştırmalı görebiliyor hem de saat uygunluğuna göre gidiş-dönüş uçuşlarınızın değişik kombinasyonlarını yapabilirsiniz. Hostel deneyimi hiç yaşamamış biri olarakta günlüğü 20 eurodan hostelde ilk defa kalacağız ( hosteli de yine internet sitelerinden bulabilirsiniz)

Orada yaşayacağımız maceraları ve fotoğrafları dönüşte paylaşmayı planlıyorum. Daha önceki gidişimizde "bir tripodum bile yok" diye üzülmüş, kapasitesini zorlayan digital küçük makinamızla bir sürü fotoğraf çekmiştik. Neyseki şimdi karı-koca tüm teknik ekipmanlarımız tamam. Yün çorap ve taytlarımızı (eminönünde bulabilirsiniz unisex kocama da aldım :)) ) , tchibodan montunuzun cebine koymalık sıcak tutma poşetlerimizi de aldık. Çok fazla çeşit kıyafete gerek yok çünkü hergün farklı giyinsen de soğuktan montunu çıkaramadığın için ne giydiğin anlaşılmıyor, sanki fotoğraflarda da hep aynı şeyi giymişsin gibi görünüyor :) Ben ki 1 haftalık tatile bile koca bir valiz dolusu kıyafetle giderim bu sefer kendime engel olmayı daha sade gitmeyi düşünüyorum. (annemi duyar gibiyim "nihayet kızım") ( mesela Amerikaya 2 valiz gidip 4 valiz ile dönmüştük , bana ait olan valizler de henüz ben İstanbul'a ayak bastığımda hala Miami'de olduklarından/neyi bekliyorlarsa? / kıyafetlerime ancak 2 gün sonra kavuşmuştum) Ama söz konusu yılbaşı gecesi ve rakip Çek güzelleri olunca insanın güzel güzel şıkır şıkır giyinesi geliyor.


Biz o gece yılsonunu mu yılbaşını mı kutlayacağız henüz karar veremedim ama gelecek yılın bu yıldan daha da güzel geçmesi için size bir tavsiye : KIRMIZI DON GİYİP DİLEK DİLEMEYİ UNUTMAYIN :))

Sevgiler :)

16 Aralık 2009 Çarşamba

Flamenkonun Prensleri - Los Vivancos


(Bu yazıyı bize eşlik etmeyen evde oturup playstation oynamayı tercih eden sevgili kocalarımıza hitaben yazıyorum :)


27 Aralık gecesi Cemal Reşit Rey'de dünyaca ünlü flamenko topluluklarından Los Vivancos sahne alacak. Grup 14 adet adeleli kol ve bacaktan oluşuyor , zaten benim için önemli olan da bu kısmı , yoksa dansçılar orda dans etmiş şov çok iyiymiş büyüleyiciymiş hiç umurumda değil :)))

Şaka tabi kiiii ( anlayan anladı ;)

Aktivite arkadaşlarım İrem&Seda ve Ben ( + şirketten kızlarla toplamda 11 kız oluyoruz , herbirimize 0.63 los vivancos bireyi düşüyor :P , niyeyse erkekler hiç ilgi göstermedi ?? Angelina jolie show desem koşa koşa gelirlerdi muhtemelen !!!) 27 Aralalık Pazar akşamı gidiyoruz. Biletler 1. kategori 48 TL . yukardaki fotoğrafa aldanıp "bu çıplak yakışıklı erkekleri izlemek için bir de üstüne para mı vereceğim " diyen erkek arkadaşlar için abilerin giyinik başka bir fotoğrafını da koyuyorum. Ayrıca şu linkten de şovlarını izleyebilirsiniz ;) Biletleri de buradan temin edebilirsiniz.


Abiler Endülüs Malaga'sında sadece bir annenin karnından çıkmış ( tabi hepsi ayrı seferde çıkmıştır diye düşünüyorum :) okuma yazmayı öğrenmeden enstrüman çalmayı öğrenmişler . Seni anaaaan benim için doğurduu caaanımmm ... :) Hepsi kardeş ve küçük yaşlardan beri dans ediyorlar. Şovu daha önce izleyenler büyüleyici bir görsel şölenden bahsettiler ( bilemiyorum sadece çocuklar yakışıklı diye şölen olmamıştır herhalde değil mi sevgili kocalarımız) Bizim kaçırmaya niyetimiz yok. Sizler de iyi yerlerden bilet kapmak için acele edin !
Bu yazıyı yazdıktan sonra öğrendimki (biletleri alacak olan arkadaş geciktiğinden) iyi yerlerde biletler tükenmiş ve gidemiyoruzzzz :( kimin gözü kaldıysa :P

13 Aralık 2009 Pazar

Kızlarla Ebru Günü Yaptık

Dün Seda'nın daveti ile geçen hafta uzun mailler sonucu planladığımız GalataArt Ebru Atölyesindeydik. Dışardaki soğuk havaya rağmen içerde çok güzel bir ortam oluştu. Ezgi , Ahu ve Nesime ile birlikte hem Ebru sanatını biraz yakinen tanımış olduk ( normalde 3 aylık kurlar halinde ders veriyorlar bizim sadece 1 er tane yapma şansımız oldu) hem de onların daha önceden yapmış oldukları el emeği göz nuru (biz kestikçe içleri gitti ) ebrular ile sevdiklerimize yılbaşı hediyesi eşyalar yaptık. İrem,Seda ve ben resmen haftanın yorgunluğunu üstümüzden attık. Herkes yaratıcılığını konuşturdu. Kitap ayraçları ajanda süslemesi defter kapağı süslemesi ve kartpostallar yaptık. (Gelenler çok beğendi bakalım hediyelerin sahipleri de beğenecek mi? )



Ebru yapmak sabır işiymiş. İnsan en ufak bir hatasında tüm emeğinin yok olacağını hissederek sabır ve dikkat gösteriyor. Açıkçası ben ilk denemem de tamam kağıdı ben koyarım diye atlayıp elime yüzüme bulaştırdım. Sonuç ortası lekeli aşağıdaki ebru oldu :) Sağolsun Nesime bana bir şans daha verdi de evimde gururlar sergileyebileceğim bir Ebru tablom olacak (yuppi !! )



Tıpkı ilkokuldaki elişi dersleri gibi kendimizi olayını içine öyle bir kaptırmışızki bir baktık saatler geçmiş herkes acıkmış :) Sonrada kendimizi çin mutfağında favori mekanım Çin Büfe'ye attık. (deneyemeyenler için bu mekan şiddetle tavsiye edilir, kızarmış dondurmaları da süper) Seda her ne kadar ben çin yemeği yemem dese de yediği Çin mantarlı etin gerçekten ne kadar leziz olduğunu sonunda itiraf etti. Ben acılı yemekleri sevdiğim için mançurya soslu tavuk yedim. (bknz foto)

Yediğimiz lezzetli yemeklerden sonra takip ettiğim sitelerden ille de roman olsun'un tavsiyesi ile Gizli Ajans adlı kitabı alıp (Seda'da okumuş çok beğenmiş İremle hemen 1 er tane alıverdik) evimizin yolunu tuttuk.



GalataArt Ebru Atölyesine ulaşmak isteyenler için telefon : 0542-2712441 /0505-2775246

8 Aralık 2009 Salı

Alın Size Etkinlik: Ashura


Merhaba!

Yer: Beyoğlu / İstanbul . Garajİstanbul'da 17 Aralık-26 Aralık tarihleri arasında müzikli bir gösterim varmış. Arkadaşlardan beğenilerini duydum siteye girip biraz inceledim. Gidenler pek beğenmişler. Tam 25 indirilmi 15 TL giriş ücreti ile izleyicilerini bekliyor. Gelmek isteyenler kaleye mum diksin :P Ülkemde olup bitenleri şaşkınlıkla izlediğim şu günlerde barış adına güzel bir oyun olduğunu umuyorum. Gideceklere şimdiden iyi seyirler!
Not: Canım aşure çekti yaparsanız haber verin gelip yiyelim, incir kuru üzüm ve kuru kayısı koymazsanız sevinirim :)))

1 Aralık 2009 Salı

Mutluluk İçin Hazırlanan Son Reçete


Son zamanlarda daha basit yaşamın insanı daha mutlu ettiğini düşünmeye başladım. Yaş ilerledikçe sanırım bunun farkına varıyorsun. Çok beklentin olması, büyük pahalı hayaller, üst düzey bir kariyer bunlar bir süre sonra insanı huzursuz etmeye başlıyor sanki. Ben şimdi burda CEO olsam acaba daha mı mutlu olacağım? Sanmıyorum. Hergün işe gelmek zorundasın ve binlerce kişinin sorumluluğu sende. Girmek zorunda olduğun toplantılar. Cep telefonum son model olsa beni daha mı mutlu edecek. Bu tarz heyecanların süresi kısadır. Oyuncağını alır birkaç gün heyecanını yaşar onunla oyalanırsın. Sonradan o da sıradanlaşır. Ama manevi olarak seni doyuma ulaştıracak çalışmalar , örneğin bir çocuğun okumasını üstlenmek, uzun zamandır görmediğin yaşlı akrabaları ziyaret, sesini duyunca mutlu olacağını bildiğin eski dostları aramak, mahalledeki sokak hayvanlarını beslemek... Bunların yaşatacağı mutluluk ve haz eminimki daha uzun sürecektir. Geri dönüşü de daha fazla olacaktır. Eskiden sabahlara kadar dans etmeyi severdim. O dönemler annem söylenirdi. Bundan ne zevk alıyorsun diye. Şimdi ise evimde Burak'la veya Karamel'le vakit geçirmek, yemek yaparken hayatı düşünmek, değerlendirmek, arkadaşlarla sohbet edip çekirdek çitlemek ya da şehirde, dünyada keşfedilmeyi bekleyen yerleri gezmek daha çok beni mutlu ediyor. Bir de hayalim var umarım gerçekleşir. Küçük bir çiftlik sahibi olmak. Elimden geldiğince sokak hayvanlarına kalacak yer sağlayabileceğim ve bahçesinde büyümelerini izleyeceğim meyve & sebzeleri ekip biçebileceğim (farmville gibi sanal olmayan) bir yer. Bol bol temiz havanın ve huzurun olacağı bir çiftlik, bilmem kaç hektar tarlasını istemem sizin olsun :) Aşağıdakiler de Ernie J. Zelinski adlı yazarın mutluluk reçetesindeki maddeler.

Mutlu bir kış ayı geçirmeniz dileğiyle :)
*Doyum sağlayacak kadar bir amaç
*Geçinebilecek kadar bir iş
*Temel ihtiyaçlara yetecek kadar zenginlik
*İş ve eğlenceyi dengeleyecek kadar sağlıklı bir akıl
*Birçok insanı beğenecek, bunlardan birazını da sevecek kadar şefkat
*Kendini sevecek kadar özsaygı
*Muhtaç olanlara verecek kadar iyilik duygusu
*Zorluklarla yüz yüze gelecek kadar cesaret
*Sorunları çözecek kadar yaratıcılık
*Her an gülecek kadar mizah duygusu
*İyi bir yarını bekleyecek kadar umut
*Hayatı bütün değerleri ile yaşayacak kadar bir sağlık
*Sahip oldukların için şükran duygusu

26 Kasım 2009 Perşembe

25 Kasım 2009 Çarşamba

Totoş Vampir'in Hikayesi: Yeni Ay / New Moon

Geçen sene serinin 1. filmini (Alacakaranlık /The Twilight ) izlediğimizde esasoğlan soluk benizli Edward için bizim arkadaş Hakan "Bu ne ya totoş vampir bu, böyle romantik vampir olur mu? " demişti. Gerçekten de şimdiye kadar rastladığımız ( yüzyüze değil tabii filmlerde) vampirler hep birilerini ısırmaya meyilli vampirlerdi. Bu film vampirleri daha sempatik göstermişti bize. Biraz sıradan , kitabı kadar başarılı olmadığı söylenen 1. filmden sonra dersimi almamışım gibi dün akşam serinin 2. filmi "Yeni Ay"ı izlemeye gittim. Biz 8 kişi nerdeyse bulunduğumuz sırayı kapamış romantik sayılabilecek bir filmde kendimizi kıkır kıkır gülerken bulduk. Söyleyebileceğim 2. film 1. filmden de daha da başarısızdı. Ama çok güldük o bir gerçek. Tabii gerçeğini (ayıptır söylemesi) Mayıs'ta Cannes film festivalinde gördüğüm pek yakışıklı başrol oyuncusu Robert Pattinson için gitmeye değer mi? Ona da siz karar verin :)
Sonuçta imdb'de 4.5 puan almış bir filmi düşünün artık seyretmesi nasıl olur? Bu zamanda bu olanaklar varken , hatta bizim Türkler uzaylı , kowboy filmleri çevirebilirken, elin Amerikalısı nasıl böyle saçma sahnelere filminde yer veriyor anlayamadım. Kitabı yok satarken bir de... ( gülünecek kadar saçma sahneye örnek 1 : Kız başını çarpar, başı kanar, Jacop (diğer esasoğlan/kurtadam) hemen koca t-shirt'ü çıkarır kızın alnındaki kanı siler, sanarsınki bu seksi vücutlu çocuk kızı öpecek, film boyunca olduğu gibi hiç öpüşmeden kardeş kardeş evin yolunu tutarlar) Bu arada başroldeki kız zaten benim sinirimi bozuyor. Hiç sevmem öyle mıymıy tipleri. Kız devamlı aşağıdaki fotoğrafta göreceğiniz gibi birileriyle yakınlaşıp hiçbir action (ekşın) yaşanmadan hayatına devam ediyor. Devamlı bir heyecandan titreyerek konuşma çabası, yok artık bunlar benim çok gözüme battı, o kızı sevemeyeceğim :)

Hem onu severim hem bunu, vampiri de seviyorum kurt adamı da :) Yok öylee ... Kendin gibi normal bir insanoğlu bulmadığın gibi bir de " o da benim olsun bu da" ... Oldu güzelimm..


Filmin sonu da sanki haftaya bir sonraki bölümü gösterilecekmiş gibi bir Aşk-ı Memnu edasıyla heyecanlı, cevabı belirsiz bir soru ile bitti. Daha doğrusu salonun ışıkları yandığında filmin bittiğini anladık :) Yoksa biz daha sürecek diye oturmuş bekliyorduk. Saçma sahneye örnek 2: filmdeki Alice karakterinin bu ikisini gördüğü bir rüya var, o rüyada işte ikisi Hülya Koçyiğit -Ediz Hun gibi koşuyorlardı ya , yoook artıııkkk :) Çok merak ediyorsanız gidin seyredin ama benden size bu film tavsiye çıkmaz arkadaşlar.

Sevgiler :)

23 Kasım 2009 Pazartesi

KEK YAPMAK : Ciddiye alınması gereken bir iş

Ben babamın evinden hiçbir iş bilmeden gelmedim yeni evime. Tabii ki belli başlı yemekleri vakti zamanında çalışan anneme yardım amaçlı evimizde yaptığımdan biliyordum. Annem çok güzel yemek yapar ( evlenince o lezzetli hazır önüne gelen yemeklerin kıymetini kat kat anlıyorsun) Annem yemekleri güzel yapsa da bir Saliha Teyzem gibi pasta&kek konularında uzman sayılmazdı. Çalışan kadının evine gelip normal yemek dışında süslü püslü tatlara girişmesi daha zor oluyor. Ne zaman kek yapsa ya kek daha kalıptan çıkmadan parçalanır ya da hiç kek haline gelmeden kendi halinde birşey olurdu. Her seferinde de "şu keki bir beceremiyorum" derdi :) Ama son birkaç yıldır o da öğrendi. Saliha Teyzem doğumgünlerimizde bize Tavşanlı Pasta yapardı. Pasta tavşanlı değildi ama tavşan şeklindeydi, hem de kocaman bir tavşan. Hepimizin bir tavşanlı pastası olmuştur :) Süsleme konularında üstüne tanımam. Pilav bile yapsa (pilavı meşhurdur) mutlaka süsleyerek sunardı. Kalabalık süslü sorflarını özlüyorum :) Bir büyüğü Latife Teyzemi de es geçemeyeceğim. Yeni tarifler bulsun, bunları denesin, hatta künefe, mantı, çiğ görek gibi daha yöresellerin bile üstesinden gelsin. Süsüyle uğraşmaz ama ne kadar uğraştırıcı yemek varsa yapar ( beyaz lahana dolması favorimdir) Biz Ankara'ya gidince birkaç kilo alır da geliriz :) Rahmetli anneannem de çok güzel yemekler yapardı. Ben sebze yemeği yemeyi anneannemle öğrendim. Daha doğrusu ya aç kalacaktım ya da bu tabağı bitirecektim :)) Babaannesinin yanında ekmek arası bifteklerle büyümüş şımartılmış ben, anneannesinin yanında resmen terbiye edilmiştim :) Size anlatmak istediğim biz ailecek mutfak işleri ile hep iyi anlaşmışızdır. Gel gelelim benim ilk kek deneyimime.
Bu haftasonu İrem ile Burak'ın 1. evlilik yıldönümü nedeni ile bir davet aldık. Herkes evinde birşey yapıp götürecekti. El yapımı olması 1. şarttı. Benden de kursuna gittiğim şeker hamuru süslemeli kurabiyelerden istediler. Ben de geçen hafta kuzen Özgün'ün gönderdiği havuçlu kek tarifi ile cupcake yapıp üstlerini şeker hamuru ile süslerim dedim :) Ben hayatında kek yapmamış şaşkın , ne diye hiç denemediğin tarif ile yapacağım kekleri "arkadaşlara bunlardan götüreyim bari" diye bu işe kalkışmıştım? Meğer Kek Yapmak çok ciddi bir işmiş :) Tabii bunu kötü bir deneyim ile öğrendim. Kuzenlere de pişerken sordum; bunlar neden hala kabarmıyorlaaaarr?? Meğer (bunu da Özlem söyledi) yumurta ile şekeri önceden beyazlayıncaya kadar çırpmazsan kek kabarmazmış. Benim cupcake'ler görüntüde çok cici olsalar da, yemeğe kalkışınca "Bizi sakın yemeyin, kafa kırmakta daha başarılı oluruz, büfenizde daha şirin dururuz" der gibi bakıyorlardı. Neyseki babam "Kızım aynı annene çekmişsin, annen kek yapmayı daha yeni öğrendi" diyerek içime bir su serpti ( ya da buna üzülsem mi bilemedim)
Kuzencim Özgün bana bu sabah kek yapmanın püf noktalarını gönderdi. " Bana bu tarifi göndereceğine keşke önce kekin püf noktalarını gönderseymişsin" dedim. Meğer o da baya bir uğraş sonucu kek yapmayı başarmış. Ben de bir kez daha anladım ki Kek Yapmak zor bir işmiş arkadaşlar :)) Kendisinin burdan aldığı püf noktalarını sizinle paylaşmak istedim. Ben yapılmaması gereken herşeyi yapmışım. 13 maddelik püf noktası olan başka bir yemekle karşılaşmamıştım. Bu da tezimi doğruluyor. KEK YAPMAK , lütfen küçümsemeyiniz :) Umarım benden sonraki nesillere bir faydam olur. Güzel mis kokulu kekler dilerim..





1- Kekte kullanılacak sıvı malzemeler (yumurta, yağ, yoğurt, süt, meyve
suyu, soda vs.) muhakkak oda sıcaklığında olmalı. Kek yapmaya başlamadan en az 1
saat önce buzdolabından çıkartılmalıdır. Soğuk malzeme kekin kabarmasını
engeller. (neso: ben yaklaşık 15 dk önce çıkardım. Hadi bir kek yapayım şipşak diyemiyorsun, mutlaka 1 saat önceden hazırlanman gerek)
2- Kek yapmaya başlamadan evvel kullanılacak bütün malzemeler hazır
edilmelidir. Kek kalıbı yağlanıp biraz un serpilerek veya yağlı kağıt serilerek
hazır hale getirilmeli, fırın 175 dereceye ayarlanıp çalıştırılmalıdır. Çünkü
kalıba dökülen kekin bekletilmeden ısıtılmış fırına verilmesi gerekir.
3- Yumurtalar mikserle beyaz, köpüklü krema halini alıncaya kadar çırpılmalıdır.
Şeker eklenip çırpma işlemine devam edilir. Bu uzun süreli karıştırma işlemi kek
piştikten sonra yumurta kokmamasını ve iyi kabarmasını sağlar. Eğer zaman
müsaitse yumurta beyazlarını ayırıp başka bir kapta çırpıp keke en son
ekleyebilirsiniz. (neso: ben hepsini harmanlayıp karıştırdım ne de olsa hepsi beraber pişecekti, tarifte bu ayrıntı vardı ama ben aceleden en son malzemeyi gördüğümde tarifin sonundaki bu ayrıntıyı farkettiğimde iş işten geçmişti)
4- Keke eklenecek birkaç damla limon veya kabuğunun rendesi içerdiği asitten dolayı kabartma tozunu harekete geçirip daha fazla kabarmasını sağlayacaktır. (neso: benim rendelediğim 1 limonun kabukları bile yetmedi demekki 3. maddeyi gerçekleştirmek şart)
5- Keke konulacak kuru malzemelerin (un, kabartma tozu, vanilya, karbonat vs.) elenerek sıvı karışıma eklenmesi malzemelerin birbirine daha iyi karışmasını sağlar. Un eklenene kadar mikser kullanılabilir ancak un eklendikten sonra kesinlikle mikser kullanılmamalı bir tahta kaşık yardımıyla
fazla çırpmadan karıştırılmalıdır. (neso: ooo ben hepsini karıştırıp bir güzel mikserle çırptım bile)
6- Keke konulacak meyve parçası, çerez, kuru üzüm gibi malzemelerin dibe çökmemeleri için kuru olmaları gerekir. Malzemeler ıslaksa una veya nişastaya bulayarak keke eklenmesi gerekir.
7- Süt kullanılan kekler daha ıslak, yoğurt kullanılan kekler daha kuru ve sünger
gibi olurlar. Kakaolu kek, ıslak kek, browni gibi kekler yapılacaksa süt kullanılması daha uygun olur. Kakao ve süt karışınca kekte çikolata tadı hakim olacaktır. Bunun dışındaki sade keklerde yoğurt daha etkili sonuç sağlar.( neso: ben süt kullandım Burak "bu ne böyle lastik gibi olmuş dedi" keşke yoğurt kullansaymışım)
8- Keklerde rendelenmiş havuç, elma , çilek gibi malzemeler kullanılacaksa daha
yayvan kalıplar kullanılması gerekir. Bu tarz kekler yüksek kalıplarda pişirilirse üzerleri yanık ve içleri iyi pişmemiş kekler ortaya çıkıyor. Pişme süreleri de çok uzuyor. Diğer kekler her türlü yüksek ve derin kalıplarda yapılabilir. (neso: ben cupcake kağıtlarına koydum minicik ve derindi)
9- Kekin fırının alt katında pişirilmesi gerekir. Bu şekilde üzeri hemen kızarmadan içi iyice pişecektir.(neso: ben daha pişerken sadece üstünü mü açsam yoksa altlı üstlü mü açsam karar verememiştim bile)
10- Kek pişerken özellikle ilk 20 dakika fırının kapağı açılmamalıdır. Kapak açılırsa kabaran kek birden sönmüş olur. (neso: işte bunu biliyordum :) yapmadım )
11- Keki pişerken en son 5-10 dakika fırın 150 dereceye düşürülüp biraz daha pişirilebilir. Bu şekilde kekin üzeri yanmadan içi iyice pişmiş olacaktır.
12- Kek piştikten sonra kek fırından hemen çıkartılmamalıdır.
Fırının kapağı aralanıp bu şekilde bir süre soğuması beklenmelidir. Sıcak fırından çıkan kek soğukla temas ettiği anda biraz da olsa sertleşip, sönebiliyor. (neso: bir sonraki cupcake'leri koymam için hemen çıkarmam gerekiyordu itiraf ediyorum hemen çıkardım :( )
13- Pişen kekin kalıptan çıkarılması için soğumasını beklemek gerekir. Sıcakken çıkartılmaya çalışılırsa kek parçalanabilir. (neso: henüz o mertebeye ulaşamadım ama cupcake kağıtları istesem de çıkmıyordu, ertesi sabah kekle öyle bir kaynaşmıştı ki çıkarması mümkün değildi)

20 Kasım 2009 Cuma

Aman 2012 Yandım 2012




Önce filmin dvd'sini aldık ( zannettik) meğersem belgeselini almışız. Tam en heyecanlı ürkünç sahnelerinde ( anlatılan konular ürkünç tabi sahneler o kadar değil de ) patt elektrikler kesilmez mi? Gerisini izlememem için bir işaret bu dedim ve izlemedim. Aslında 2012 diye bir film daha varmış . Cuma gecesi başlayan bilet bulamama hikayemiz pazar akşamı son buldu. Herkes bu filmi mi bekliyormuş? Öyle valla. Ben de herkese diyorum ki aman o film belgesel boşverin gitmeyin :) Zar zor bilet bulduk Burçak ve Barış'la sinemada buluştuk . Evet gerçekten de bana da o kadar para harcasalar ben de çok güzel olurum. Filmin sahneleri görüntüler ve efektler çok etkileyici. Ama benim çok canım sıkıldı. Gerçekten bir kıyamet günü gelse biz gittik. Bizim adımız dahi geçmiyor filmde yani biz ülkecek öldük arkadaşlar. Kurtulan birkaç gemi insanın hepsi zengin zaten çoğu da Amerikalı , biz baştan kaybettik. Belki Tayyip amca çıkıp "one minute" der de bizi de gemiye alırlar ( bir ihtimal) Klasik amerikan "dünyanın sonu yine mi gelmiş" filmlerinden ama görsel olarak gerçekten etkileyici sahneler. İyi haftasonları...

18 Kasım 2009 Çarşamba

Bu Sitede Sigara İçilmesi Yasaktır


İtiraf ediyorum; çok küçükken (ufal da cebime gir) yıl 1996, yaş 15 , yılbaşı gecesi, Burcu'larda yılbaşı partisi yapıyoruz, kuzenim Elif'le bir olup Burcu'nun sigarasından bir içelim demiştik. Gizlice banyoda yakmıştık sigarayı " öğğğ bu ne ya ? ne bu şimdi ? hiç zevk vermiyor aksine kötü de kokuyor ellerin, neden içiyorlarki bu sigarayı " demiştim. Kuzen içmeye devam etti ben şükürler olsun hiç özenmedim :) Sigara içmiyorum ama sigara içenlerin yanından geçerken içmiş kadar oluyorum. Ayrıca sigara içenlerin çok bencil olduğunu düşünüyorum ( içmeyenlerin yanında içip onları da kendileri gibi zehirliyorlarsa) Dumansız hava sahası uygulaması çok hoşuma gitti. Ohh be dedim biraz da onlar eziyet çeksinler (şu hükümetin yaptığı belkide tek iyi hizmet oldu :) . Gece dışarı çıkarız üstümüz başımız sigara kokar, içimize o pis havayı çektiğimiz yetmezmiş gibi. Bir de annem eskiden Samsun içerdi. Aman Allahım! Onun gibi kötü kokan bir sigara daha görmedim, koklamadım :) Neyseki doğru yolu buldu, sigarayı bıraktı. Burak'ta içmiyor, evimiz de kokmuyor. Geçen cumartesi gecesi dışarı çıktık, Seço'nun doğumgünü kutlamasına. Birden şunu farkettim; kapalı bir mekandayız ve içerisi temiz hava dolu :) Ohh dedim ne güzel rahat rahat nefes alıyoruz. Birbirimizi bile görebiliyoruz bir duman bulutu yok etrafta. Tabii dışarı çıkarken kapıda yığılmış sigara tiryakilerinin sigara dumanları hemen üstümüze sindi. Keşke insanlar sadece kendi kişisel alanlarında sigara içseler. Ben sokakta yürürken özellikle de sabahları , birden burnuma gelen, önümde yürüyen adamın sigara dumanını içime çekmekten nefret ediyorum. Birden öyle sinirleniyorum ki adama bağırasım geliyor. Ne hakkın var beni zehirlemeye?!! Şimdi bu yazıyı okuyan sigara tiryakisi teyzelerim bana kızacaklar biliyorum ama noolur siz de bırakın şu sigarayı. Temiz havanın tadını çıkarın. Emin olun temiz hava sizi öldürmez. Korkmayın, sigarasız da hayat aynen devam ediyor. Sizleri seviyorum ! Sevgiler :)

15 Kasım 2009 Pazar

Benim Cici Ev Botlarım

Dün Seço'ya hediye olarak ne zamandır gördüğüm ev botlarından alalım dedik. Terlik giymeyi çok sevmeyen ben de ayağımdan ne de olsa botu çıkarmam daha zor olur diye acaba kendime de mi alsam dedim :) Burki de bana bunları beğendi.

Ben de Seço'ya bu botları beğendim.

Gece herkesin gözü bizim botlardaydı. Çook rahat içi yumuşacık ve tabanı da gayet konforlu. Hatta o kadar rahat ki Burki bile istedi . Erkekler için yok ama ona da uygun bir desen bulcaz artık :) Kendinize ya da ayaklarının üşümesini istemediklerine alabileceğiniz cici bir hediye (Kendim aldım diye demiyorum :P ) Kapadokya'dan aldığım güvercinlerden daha önce kapadokya yazımda bahsetmiştim. Nihayet fotoğraflarını çektim ve onları da ilişiğe ekliyorum. Ne kadar tatlılar değil mi? :) İyi pazarlar ...

13 Kasım 2009 Cuma

Aşk Geliyorum Demez (mişşş)


Geçen hafta içerisinde UP'a gidemediğimiz gün bari dedim ruh halime uygun güzel bir romantik- komediye gidelim. "Haydi Aşk Geliyorum Demez'e gidelim hem Türk sinemasına katkımız olsun" ( Sanki çok fakirler de senden benden iyi geziyorlar valla) Sevgili Burki hemen kabul etti ( yalannn) Yok benim bu filmde ne işim var, erkek adamı bozar böyle filmler, ben Nefes'e gitmek istiyorum - Hayır ben bugün ağlamak istemiyorum ( Nefes'e giden ağlayarak çıkıyormuş) Nefes'e gitmedik ama Burki bizim filmden sulu gözlerle çıktı ( kıyamammm hastaydı ya çok duygusal) Ama gerçekten de filmin güldürdüğü sahnelerinin yanında o bizim Türk işi ruhumuzu duygulandıran sahneleri de var.
Filmi beğendik hatta çok eğlendik. Fakat benim anlamadığım Türk sinemasındaki bu komik olcaz diye argo konuşalım çabası nedir? Sanki özellikle millet gülsün diye hep bir argo. Gerçi yabancıların da ağzından fuck, shet eksik olmuyor. Tabi bize Türkçesini kahretsin diye çevirdiklerinden etkisi daha yumuşak oluyor yabancı işi küfürlerin. Ama bizim filmlerde hiçte yumuşamıyor , şak diye suratına çarpıyor ve arkada bir kahkaha ordusu. Ben de gülüyorum bazen ama koca koca saygın sinema sanatçılarına da (Altan Erkekli, Zeki Alasya) bazen yakıştıramıyorum galiba. Yahu biz normalde bu kadar küfürbaz bir millet miyiz? Ben çok mu izole bir ortamda yaşıyorum yoksa? Ben 4 yaşındayken topumu benden alan kuzenim Deniz'e b..k dedim diye annem ağzıma acı biber sürmüştü ve acısı yaklaşık 1 hafta sürmüştü (bildiğin kırmızı pul biber). O günden sonra küfürlere bağışıklık kazanmam uzun yıllarımı aldı.
Haftasonu yolunuz düşerse gidiniz efenim.. Benim için önemli olan kriterlerden birisi başroldeki kızla erkeğin birbirine yakışmasıdır. Filmde de en azından bir flört sahnesi olmalıdır. Ben zaten bu çocuğu pek bir beğenirim :) pek efendi pek sempatik.. Bergüzal abla ile de yakışmış bence ( bu rolü oynarken hamile olmasını bilmekte bana bir garip gelse de) Film klasik fakir ama gururlu erkek, zengin kötü babanın iyi yürekli kızı. Ama olaylar eğlenceli geçiyor. Biz beğendik, izlerken eğlendik, umarım siz de beğenirsiniz (herhangi bir çıkarım yok diyorum ya benden senden zenginler valla) Yazımın sonunda sevinçle haykırıyorum ; Yuppiiiii Haftasonu Geldiiiii ... Haftasonu geliyorum demez ama gidiyorum der... O yüzden tadını iyi çıkarın ;) sevgiler...

12 Kasım 2009 Perşembe

Geçmiş Olsun Burki !


Biricik aşkım kocacım Burki co iyileşti ( öksürük devam etse de ateşi çıkmıyor en azından) Nihayet kat kat giyinip yatmaktan kurtuldu. Güzel gözleri yine parlamaya eskisi gibi gülmeye başladı. İşkolik kocam bugün işe döndü. Biz de bütün ahali toplandık onun için pankart açtık. Gerçi bu aralar iyi niyetli de olsa pankart açmak suç her an azarlanabiliriz ... bugünlük bizi maruz görsün koca koca amcalar :)

11 Kasım 2009 Çarşamba

Bayıldımmmm !!!


Yok yani çok beğendim anlamında bayıldım :) Taaa ne zamandır gitmek istiyordum, sinema salonunda 3 boyutlu reklamları cezbediyordu beni vee sonunda izledim. Geçen gün Burak hadi çıkalım çok sıkıldım dedi . Ben bu aralar ev kuşu modundayım çıkmak istemeyince dışarı " haydi UP'a gidelim" diye beni ikna etti (kandırdıı beniii). Gittik ki 3D olarak ismi lazım değil salona gelmemiş. Zaten bir hoşgeldiniz bile demeyen gişe görevlisi hatuna bu cevabı üzerine daha da sinir olup nasıl gelmezz? dedim. Kaç tane 3D animasyon izlemişim bu salonda. (ismi lazım değil baş harfi Nautilus cinebonus) neyse dedim madem onu izleyemiyoruz (3D olmadıktan sonra) evde izlerim. Sonra başka filme gittik. Neyse hemen gidip dvd'sini de aldık. (tabi kaçar mı??) Bu akşam oturduk izledik ve işte sonuç: Bayıldımmm :D Animasyon konusunda adamların geldiği nokta ne kadar muazzam. Senaryo zaten hem ağlatan hem güldüren tam benim cinsimden. (evet itiraf ediyorum ağladım öff napayım ) Görüntüler çok gerçekçi. Başrollerdeki yaşlı amcamız Carl ve küçük yol arkadaşı sevimli tombik çekik gözlüler diyarından Russell, Carl'ın çocukluk rüyasını gerçekleştirmek adına tesadüfen kesişen maceralı yolda başlarına gelen komik olaylar. Aaa bu arada filmin vurguladığı şu(bence) maddiyat, eşyalar, ev, araba hepsi geçici, sonunda bizimle kalan güzel anılarımız oluyor :) Size diyorumm: Mutlaka izleyin. Hergün onlarca haberin üzdüğü şu çivisi çıkmış dünyada bu sevimli çizgifilm kahramanları ( ilk favorim göz ağrım NEMO) hayatlarımızı neşelendirip renklendiriyor. Nesobaby tavsiyesidir bu animasyonu sakın kaçırmayın!
Not: Son hayalim bir animasyon karakteri olmak :)

İşte Suçlu!



Son günlerde hayatımızın en popüler konularından , eve gelip ohh yemeğimizi yiyelim nasıl geçti günün canım derken pat ekranda yine o ! Aaaa...Ben sıkıldım ama tv kanalları sıkılmıyor. Bırakın şu domuzcuğun peşini canım. Asıl suçlu sizlersiniz !! Size inat domuz gribi olmuyorum! Yiyorum yeşil sebzemi turuncu meyvemi, ellerimi de yıkıyorum sık sık ( kurudular yıkanmaktan) ama nereye kadar? Birilerinin cebine muhakkak bizim bu saf inanışlarımızdan ne paralar geçiyor bilmiyor muyum? En son da şunu duydum: Kedilere de geçiyormuş. Bırakın Karamel'in peşiniii !! Yaz başı hani salgının en cıvıl cıvıl olduğu zamanlarda ayıptır söylemesi Amerika kıtasındaydık, hatta Meksika'da bile bulunduk, halkın içinde karıştık :P Herkes panik oldu aman gitmeyin dediler. Gitmez miyim o kadar para bayılmışım. Atın ölümü arpadan olsun dedik tatilimizi iptal etmedik. Sapasağlam döndük vatana, biliyordum böyle olacağını da. Doktor bile söylüyor (hem de profesör doktor :P ) yılda binlerce insan zaten ölüyordu gripten zatürreden. "Korkmayın" diyor "normali %3 domuzlusu %5 " götürüyormuş. Ohh be doktor amca diyorum su serptin içimize :) Filmler de bile yakalanmadı mı Yeşilçamın dilberleri, yakışıklıları bu hastalığa. Sevdicekleri dönünce kurtulmadılar mı turp gibi olmadılar mı hemen? "Korkma aşkım" diyorum "Nesobaby varken sana bişey olmaz! " Şimdi birden bire neden popüler oldu bu hastalık acaba? Tam da kriz zamanı ??? Bir de aşı getirdiler sahtemi yan etkili mi belli değil. Adam kendine bile yaptırmadı gerçi o oğlunu doğuya askere de göndermedi "Örnek insan" Yaptıranları da gördük (şu an çaprazımda oturuyor 1 hafta önce teşhis koydular "domuz oldun" diye, şimdi o da turp gibi maaşallah) hemen hastalandılar yine birilerinin cebi doldu. Bırakın gözünüzü seveyim. Evde 5 gündür mevsimsel grip kocacım Burki'yle içiçeyiz. İş arkadaşları panik oldu, teşhis koydular telefondan "evet kesin domuzsun oğlum sen! gelme bir daha işe " :P Ben halen turp gibiyim , şu meşhur virüsler uzaktan beni kesiyor eminim. Belli de olmaz bugün yarın bana da düşecek yolları ama korkmuyorum ben buyrun bekleriz. Ben de onlara inat doğal vitaminlerle kendimi savunuyorum. Ödümüzü patlattılar kapılara duvarlara hatta birbirimize dokunamaz olduk. Ben bu kadar hijyenik yaşama da karşıyım.. İnsan biraz da bağışıklığını alıştırmalı pisliğe. Yine oyuna getirildik çaktırmadan. Hastaneye gidiyorsun test yapacaklar, burnundan sümüklerini ,cebinden de 250 TLcik paranı alıveriyorlar. Neyse siz siz olun ağzınızdan mandalina portakalı üstünüzden hırkanızı eksik etmeyin. ( Bu sabunsuz temizleyiciler de kanserojenmiş ona göre) Sağlıklı günler dilerim ...

5 Kasım 2009 Perşembe

İşini Seven Parmak Kaldırsın :)


Ben parmak falan kaldırmam. Kaç kişi evet derki bu soruya? Bizim sektörden çok az çıkar evet cevabıyla. Bu işi yapıp mutlu olanla henüz karşılaşmadım. Düşündüm de en çok maskeyi iş yerinde takıyoruz. Mutluymuş gibi yapıyoruz. Aslında çoğu insan hayatını idame ettirmek adına hergün sevmediği bir işte çalışmak zorunda kalıyor. Bu resim de iş arkadaşım Seda 'dan gelince hemen siteye koymalıyım dedim. Çizen kimse ne güzel anlatmış anlatmak istediğini, yani bizi. Yaşamak için çalışıyoruz ama çalışmaktan o kadar yoruluyoruz ki (daha çok zihinsel anlamda) yaşamaya vakit ayıramıyoruz. Bir de kriz zamanı işimden olmayayım diye mutlu çalışan rolü yapıyoruz üst düzeylere. Eskiden öyle miydi? Beni mutlu et yoksa başkasına kaçarım diye pazarlık ederdi çalışanlar. Adı üstünde eskide kaldı...Böyle mi yaşlanacağım diyorum içimden. Sevmediğim işime gelip giderek. Günde 9 saat mesai, 3 saat 'te serviste geçen zaman= 12 saat, Haftada 60 saat !! Çocukluk hayalimdeki gibi dansçı olsaydım ya da müzisyen, haftada 60 saatimi seve seve verirdim işime :) Neyse... birgün sevdiğim işi yapacağım. O zaman hayat şimdi olduğundan daha anlamlı olacak...

3 Kasım 2009 Salı

Güzel Atların Şehri Kapadokya


Uzun zamandır yazamadım sebebi buralarda olmamamız. Dün de Karamel'e uyup koltukta erkenden mayıştığımdan yaklaşık 11 saatlik uykuyla Pazar günü döndüğümüz ve her sabah 7'de kalkarak bütün gün gezdiğimiz kültür turunun acısını çıkardım. Turla gitmek ilk defa gittiğin yerlerde işe yarasa da bir süre sonra insanı sıkmaya başlıyor. Ben tek çocukluktan alışığım yalnız sakin ev hayatına. Fazla kalabalık beni bir süre sonra bunaltmaya başlar. Tek başına da dışarlarda gezmem o ayrı ;) Daha önce de bahsettiğim gibi İlke&Alper'den gelen teklif ile Kapadokya+Kayseri turuna 29 Ekim tatili vesilesi ile dahil olduk. Yıllar önce sanırım 11 yaşında gittiğim Kapadokya benim için maaile gittiğimiz bir tatil anısıydı. Teyze dayılar kuzenler hepberaber gitmiştik.Beni en çok etkileyen mekan ilk defa bu kadar büyüğünü gördüğüm vadi "Ihlara vadisi" olmuştu. Bu seferki turumuzun ilk durağı da seneler önce Kapadokya'ya veda ettiğimiz Ihlara vadisi oldu. Ben yıllarca cahil cahil vadinin Nevşehir il sınırlarında olduğunu sandım. Meğersem Kapadokya denilen bölge Aksaray'dan başlayıp Nevşehir'e uzanıyormuş. Ihlara da Aksaray ilindeymiş. Emekli volkanik Erciyes ve Hasan dağlarının mimarlık yapmasıyla oluşan tüfler yıllarca insanların yaşadığı ( 20. yy'da bile) mekanlar haline gelmiş. Hatta komik olan o gün yatıya misafiriniz gelecek diyelim, insanlar hemen yan tarafta misafire kalması için oda kazmaya başlarmış :) Şansımıza bütün tur boyunca hava kapalıydı. Sadece cumartesi günü yüzümüz güneş gördü. Despot görünümlü ama dikkatli özenli çok bilgili rehberimiz Eylem sayesinde kalabalıktan uzak görülecek yerleri görerek bir tur geçirdik. Tabii tur mantığı herkes aynı yerde fotoğraf çektirmek isterken sana sıra gelene kadar rehber " haydii gidiyoruuuz" diyor. İşte sıranı bekleyen kibar yolcu sen de otobüse hep son binen oluyorsun. Bir de halı, değerli taş, çanak - çömlek atölyeleri , şarap fabrikasını gezdirip seni bir güzel alışverişe tüketim çılgınlığına itiveriyorlar. Eee oraya kadar gidipte hatıra brşey almadan olmaz. Tabi genelde fiyatlar turistleri kazıklamaya yönelik.Bazı fiyatları duyupta "dostum ben turist değilim bu ne fiyat" diye tepki gösteriyorsun. Özellikle benden sonra gideceklere tavsiye, ikramları içip otobüse geri dönün ;) Yoksa tur parası kadar daha harcayıp evinize dönersiniz valla. Biz İlke'yle her elimiz boş dönüşümüzde erkekler "ohh" deyip rahatladılar :) Nedense erkeklerin en büyük korkusu kadınların alışveriş yapması. Ben magnet kolleksiyonum için peri bacası magneti, bir akşam tavsiye ile gittiğimiz ve çok beğendiğim Ürgüp'teki Ziggy Kafe'den ( sahipleri çok değişik Eylem'in tabiriyle entel tipler, fiyatlar diğer mekanlara göre çok az daha pahalı - İstanbul standartlarında- ambiyans müzikler hoş, turistlerin başbaşa yemek yediği romantik, kaliteli , dekorasyonu da ilginç ve şık bir taş ev ) sahibesi Aynur Hanım'ın tasarımı güvercinlerden aldım. Bir de Kayseri'ye gitmişken mantı yemeden olmaz deyip mantı yediğimiz hatta bayıldığımız ( tabi ki beğeniden ) Elmacıoğulu İskender mantılarından( iskender spesiyalleriymiş ama ben iskender çok sevmem mantı yedim hatta eve de aldım vakumlu paketlerde satılıyor) Giderseniz mutlaka yemeğinizi burda yemelisiniz derim ben. Hem fiyatları uygun ( İstanbul'a göre) hem de temiz ve lezzetli yemekler. Bir de tombik ekmeklerinden yemenizi ısrarla tavsiye ederim. Kayseri'de Erciyes'e çıkıp bir de yetmezmiş gibi o soğukta telesiyeje bindik. Bir 500 mt daha bizi yukarı çıkarıp getiren telesiyejdeki maceralarımızı ancak videosunu izleyenler ne kadar eğlendiğimiz anlar. Etrafta bitki örtüsü bile yoktu. Kar yağmamıştı. Ortam ıssızdı ve o zaman şarkı söylemek lazımdı :) Biz de şarkı söyleyip dans edip biraz ısınalım dedik. "Dere beni boğamaz denize mi dalayım? Oldunuz 2 tane hanginizi alayım" Alper'in çıkardığı bu karadenizli şarkı eşliğinde nasıl mı dans ettik? Tabiki kollarımızla :) Üzerimize verdikleri battaniye ve ekstra montlarla üşümemiz biraz olsun azaldı. Bu arada Erciyes'in pisti ( karsız da olsa) bize baya güzel göründü. Hem geniş hem de eğimi rahat ,uzun bir pisti var. Kışın uçağa atlayıp kayak- board için gidilebilir. Ben acemi boardçu olarak geniş pistleri seviyorum slalom yapması daha kolay oluyor ;)

( iŞTE MUTLULUKTAN HAVAYA UÇTUĞUMUZ ANLAR )

Ayrıca yer altı şehirleri & mekanları da her ne kadar yaşamak için olmasa da gezmek veya yemek yemek için ilgi çekici yerler. Bizim yemek yediğimiz yerde ortam güzeldi ama yemekler çok başarılı değildi. Yine de karnımızı doyurduk diyelim halimize şükredelim değil mi? Soğukkuyu yer altı şehrinde ise savaş zamanı yerin altına yaşamlarını sığdırmış insanları düşünüp hayretle etrafı izliyorsun. Yerin 55 mt altına inip görmeye değer ;) Bu arada Ürgüp'ün içi akşam yürüyüşü yapmak için uygun bir şehir merkezi. Çeşitli entel İstanbullunun buralardan kaçıp oralarda açtığı kafelerde oturabilirsiniz. Örneğin biz Han Çırağan'da oturup şarap içtik. İlke ve Alper bize şarapla ilgili dersler verdiler. Mesela şarap kadehini salladığında şarap bardağın altına doğru yol yol dökülürse birşey damarlı oluyordu ama ne olduğunu kaçırmışım. Üzüm olabilir mi? Beyazlar'da Emir, Misket, kırmızılarda Öküzgözü , Kalecik Karası favorilerimiz :)
Kaldığımız 5 yıldızlı Perissia otel güzel olsa da yemekleri 5 yıldızlı diğer otellere nazaran daha az çeşitliydi . Bir de içeceklerin ekstra olmasını yadırgadım. Yine de yemekleri lezzetliydi. Sanırım biraz cimriliğe kaçmışlar. Otel İspanyolların akınına uğramış gibiydi. Otelden yürüyerek şehir merkezine 25 dk 'da gidebiliyorsunuz. Bu arada bize eşlik eden sevimli köpek dostlarımızı da unutmayacağım. Hiçbir çıkarları olmadığı halde bizi kolladılar, sevgiyle etrafımızda koşturdular. Dilerseniz şehir merkezinde (içini gördük temizdi) oda+kahvaltı 16-19 TL gibi ücretlere öğretmenevinde de kalabilirsiniz. Bu arada manzara olarak Güvercinlik vadisi de çok hoş bir yer. Daha çok kalenin etrafında zamanında yerleşmiş fransızların yaşadığı bir yer. Bu bölgeleri çok ayrıntılı gezemedik bunun için aslında tursuz bağımsız gezmemiz gerektiğine karar kıldık. Tabii güneşin tepeden inmediği daha sıcak bir mevsimde :) Tam bir karasal iklim, gündüz güzel olsa da hava geceleri baya soğuk oluyor. Ayrıca Hacı Bektaş Veli'nin müzesini de ziyaret ettik. Burada Şems'in de mezarını gördüm. İstanbul'a dönüş yolunda Tuz gölü'ne uğrayıp Şereflikoçhisar'da Baran tesislerinde yediğimiz lezzetli etli ekmeği de eğer yolunuz düşerse garsondan sipariş etmenizi ve midenize indirmenizi öneriyorum. Benden Kapadokya önerileri ve anıları bu kadar ( aslında daha çok ama sizi de daha fazla sıkmayayım) Bizleri tura davet eden neşeli eğlenceli yol arkadaşlarımız İlke&Alper'e de burdan teşekkür eder, bir sonraki gezimizde görüşmek üzere esenlikler dilerim. Yurdumun güzel yerlerini keşfetmek adına her türlü gezi teklifine açığız efenim. Sevgiler...
(Çektiğim sadece 2 adet fotoğraf elimde olduğundan şimdilik bu 2sini yayınlıyorum. Burak'ın da çektiği bazı fotoğraflara buradan ulaşabilirsiniz)

28 Ekim 2009 Çarşamba

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun!


Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler.
Hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evladı!
İşte; bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur

27 Ekim 2009 Salı

Korolar İstanbul'da Buluşuyor !


Ben lisedeyken korodaydım. Hem de altoların başkanıydım :) Çok sesli koroları oldum olası sevmişimdir. Konservatuara gidemedim kendimi yıllarca müzik konusunda böyle tatmin ettim ( Bayramlarda söylerek) Tek başına çıkıp söylemek cesaret ister , yanında arkadaşlarınla ile ortak bir çalışmanın daha zevkli, sahne fobisine yenmek açısından da daha kolay olacağı kesin. En azından rezil olacaksak hep beraber olalım değil mi?? :)

Önümüzdeki hafta 4 Kasım Perşembe günü 2. uluslararası İstanbul Koro Günleri başlıyor. 8 Kasım'a kadar devam eden koro günlerinde 7 farklı ülkeden toplam 700 korist katılacakmış. Hatta bir tanesi de benim arkadaşım Alis . Yok harikalar diyarındaki değil :) Onlar da Surp Vartanants korosu olarak katılıyorlar. Ben de gitmeye çalışacağım tabii bir aksilik çıkmazsa. Geçen sene gidememiş sonradan gidenlerin beğenilerini de duyunca iyice pişmanlık duymuştum. Program ayrıntılarına buradan ulaşabilirsiniz .

Bol müzikli günler :)

26 Ekim 2009 Pazartesi

Hamarat mıyım Neyim?

Kendimi övmeyi sevmem ama bu cumartesi-pazar kendimi yeni yeni tadlara adadım ve sanırım hepsi de ilk olmalarına rağmen başarılı sayılırdı. Öncelikli hedefim bu haftasonu ekmek yapma makinamın açılışını yapmaktı. Yazın başında bana hediye olarak çıkan ( ufak çaplı bir yarışma gibi birşeyden) ekmek yapma makinamı henüz cesaretlenip kullanamamıştım. Ama biliyordum ki bir açsam o kapağını gerisi gelecekti. Bana lazım olan tek şey cesaretti :P neyse abartmıyım işte nedense korkuyordum. Genelde birşeyi ilk yapmaya çalıştığımda içimde bilinmezliğin verdiği bir korku oluyor. Sonra da alışmış kudurmuştan beterdir modunda hep aynı şeyi yapıyorum, öğrendim ya artık ;)
Öncelikle çeşitli bloglardan ekmek tarifleri araştırması yaptım. Daha sonra markete gidip gerekli malzemeleri almalıyım derken bir de baktım ki zaten burda yapılmışı da var :) Söke un sağolsun bizi düşünmüş çeşit çeşit ekmek tarifi için un karışımlarını hazırlamış. Çavdarlı, kepekli, köy ekmeği.. Hangisini seçmeliyiz? Burak köy ekmeği dedi. Ben de bu ekmeği biraz değiştirmeliyim dedim. ( hem ben yapıyorum hem hazır olmasın değil mi? :) Makinaların kullanma klavuzları beni çok sıkar , şöyle bir üstünden geçip hızlıca okudum ki bu işten yine başlamadan soğumayayım diye. Yapmam gereken tek şey suyu hazneye koyup ( sırasına çok dikkat etmek gerekiyor bu ekmek yapma makinalarında) üzerine paketin içinden çıkan karışımı, karışımın içine (suya temas etmemeli) paketin içinden çıkan kuru mayayı koymakmış. Ben bir de içine ceviz içi ve zeytinyağı koydum. İstediğiniz saatte pişmek üzere makinanın zaman ayarını ayarlayıp pişirme modunu seçip düğmeye basıyorsunuz. Veeee makina çalışıyor :) Çok heyecanlıyız karı koca ( daha çok ben tabii) sonunda makinayı çalıştırdık ! Ekmeğimizi pişmeye hazırlarken o akşamki misafirlerimiz sevgili İlke ve Alper için ( Alper Burak'ın çok sevdiğimiz asker arkadaşı ve ona dolayısıyla da bana fotoğraf sevgisini aşılayan arkadaşımızdır) ne hazırlamalıyım diye önceden kararlaştırdığım etli yaprak sarmalarının içini hazırlamaya başladım . Benim yaprak sarmasını biraz ekşili sevmem nedeni ile içine limon tuzu koymam iyi bir tercih olmuş. Nitekim beşamel soslu fırında makarna da tuzsuz olunca ikisi (İlke'nin beni tesellisi ile) birbirini dengelemiş :)) Dolma sarmayı önceden annemle yapardık, tek başına yapmanın hiç akıllı işi olmadığına kanaat getirdim. Gerçekten insanın beli kopuyormuş :) Burak bu aralar tarhana çorbasına takık olduğu için (çorba olarak ne yapayım canım? Tarhanaa tarhanaaa...) yanına tarhana çorbası yapıyorum. Carrefour'un beyaz bez poşetlerin içinde kendi markası ile sattığı tarhana gerçekten başarılı. Ben içine bolca pul biber nane ve biber salçası katarak tarhanayı hafif acı yapıyorum. Yemeklerde biber salçası ve pul biber vazgeçilmezlerimden. Kesinlikle yemeklerde ne salçadan ne de baharatlardan taviz vermemek gerektiğine inanıyorum. Yağı kısabilirsiniz tabii ki :)) ( Kendimi şu anda yılların şef aşçısı gibi tavsiye verir buldum :P )
Çarşamba günü çıkacağımız Kapadokya gezisinden de ilerki günlerde bahsedeceğim. Bu turu Alper'ler ayarladı bize de katılması düştü. Burak'ın bu haftaki motivasyon sebebi bu tatilmiş. Ben de orda bol bol fotoğraf çekeceğimi düşünüyorum. Kapadokya'ya sanırım 11-12 yaşında gitmiştim. O zamanlar bu kadar popüler değildi. Eminim şimdi ( Asmalı Konak Dizisinden sonra) baya bir yatırım yapılmıştır. Tek kafamı kurcalayan ETS ile daha önce kapadokyaya giden Şükran'ın tur şirketinden memnun kalmamış olması. Umarım klasik tur rehberleri gibi bizi devamlı alışveriş merkezlerine götürmezler. Memnun kalmazsam burdan onları şikayet edeceğim :))
Pazar sabahı hava süperdi. Seda bizi kahvaltıya çağırmıştı bize de ellerimizle ( yalan tabi makinamızla) yaptığımız ekmeğimizi alıp gitmek düştü. Gerçekten uzun zamandır yaptığımız en güzel, en lezzetli ve keyifli kahvaltı sofralarından biriydi diyebilirim. Zira sofra o kadar güzeldi ki makinamı yanıma almadığım için pişmanlık duydum. Iphone ile Engin'in çektiği bu fotoğrafı da sizlerle paylaşmak istedim. ( yaşasın iphone! )

Düzenleme ve yiyecekler Seda'ya cevizli köy ekmeği bana ait :)

Sucuk çok lezzetliydi hafif acılı baharatlı ( markası Apikoğlu imiş merak edenlere , şiddetle tavsiye ederiz) Seda bize fırında süper bişeyler hazırladı. Hem yapması kolay ( ama hazır yemesi daha güzel , ellerine sağlık Sedoş ! :) hem de kahvaltı sofranızda değişik bir tat ve çeşit yer alıyor masayı zengin gösteriyor ;) ( Bayat ekmekle daha lezzetli olluyormuş, domates kaşar robotta öğütülür ya da rendelenir, içine tuz kekik konulur en son yumurta ile çırpılıp ekmek dilimlerinin üstüne bol bol dökülür. Üzerlerine dilimlenmiş sucuk konulur / dileyen salam sosiste koyabilir. Önceden ısıtılmış / ama lütfen önceden ısıtın :P / fırına yerleştirilir ve pişmeye verilir. Offf offf anlatırken bile ağzım sulandı. Sonra da afiyetle mideye indirilir. Pazar günü biricik görümcem Uzak Doğu gezisinden dönmüştü ve doğumgünüydü ( İYİ Kİ DOĞDUN ŞÜKÜÜÜÜ!!! ) Ben de kendisine cheesecake yapayım dedim . Tarifi Didem'e ait olup benim cheesecake kalıbım büyük olduğundan 2şer ölçü ile yaptım. Bence güzel oldu bilmiyorum yiyenler ne düşündü? Eyüp yemedi diye kendimi üzmedim, zaten o tatlı sevmez diye avundum. Bu arada cheesecake'in pişirildiğini de ilk defa gördüm :) Zaten benimkinin görüntüsü biraz daha farklı oldu. Üzeri krem brüle gibi kızardı :))

Yani anlayacağınız bu haftasonunu da bol bol yiyerek geçirdik :)) eee ne demişler ? Can boğazdan gelir. Haftaya spora devam diyoruz ( ben demiyorum aslında Burak diyor, ben de aksilik olmazsa eşlik edeceğim, umarım :) Evlenince insan ister istemez kilo alıyormuş. Almayan biri varsa bana sırrını söylesin. Burak "Lütfen artık yemek yapma" dedi . Buna sevinsem mi üzülsem mi bilemedim? Demek ki kocacığım yemeklerime karşı koyamıyor! Son olarak ne diyeyim ( bak seda giriş-gelişme-sonuç ) Hayat en güzel hediye ! Herkese keyifli bir hafta!

22 Ekim 2009 Perşembe

Işınla Bizi Osman!

Biz çok yorgun ve eve dönme çabasında olduğumuz zamanlarda Burak hep parmağını şıplatıp şu an evde olmak istiyorum biri bizi ışınlasa der. Şu an böyle bir teknoloji yok ama hayali bile güzel tabi. Ama yok düşündüm de istenmedik zamanlarda evine birileri ışınlanırsa hiç hoş olmayacaktır :)) Dünyada bunu süistimal edebilecek çok insan çıkacaktır. Neyse gelelim konumuza. Yine bir macera yine bir aksiyon. Bu seferki daha eğlenceliydi ama sağolsun esas oğlan James T. Kirk baya eğlenceli bir karakter. Bu kadar cıvık bir adamı da nasıl kaptan yaparlar anlamış değilim :) Ama kızlar size tavsiye ediyorum biraz gözüm gönlüm açılsın diyorsanız bu yakışıklıyı kaçırmayın derim :)) Pardon kocacığım söz meclisten dışarı :) Ayrıca Eric Bana 'yı da kötü adam Nero yapmışlar ona da çok alındım doğrusu. Dün gece de oturduk yılların Uzay Yolu "Star Trek" in son filmini izledik. Nedense eski filmlerden hoşlaşmıyorum. Bazılarınız beni eleştirebilir( zaten kaç kişisiniz ki bazılarınız olsun :)) yeni teknolojiler ile çekilmiş filmler var iken eskilerini izlemesi bana zevk vermiyor artık. 8.3 puanla imdb'nin TOp 250 listesinde yer alan filmimiz vakit ayırıp izlemeye değer. Arkasında yine müthiş adam J.J. Abrams var. Adam başta Lost , Fringe , Felicity , Armagedon , Mission impossible gibi dizi ve filmlere hem yazarlık hem yapımcılık hatta bir de yönetmenlik yapmış. Şimdi de sizleri Star Trek eski ve yeni kadrosunun karşılaştırmalı fotoğrafı ile başbaşa bırakıyorum :) İyi seyirler :P

21 Ekim 2009 Çarşamba

Hayatta Tanıdığım Tek Robot Mutfak Robotum

Kendime aldığım ilk çeyizdir sanırım sevgili Arzum Mutfak Robotu'm. O da beyaz diye ( diğer mutfak beyaz eşyaları aslında gri de ) Burak tezgahın üstünde durmasından rahatsız oluyor. Olsun ben ondan vazgeçmem :) Şu bir gerçek ki bu küçük robotlar hayatımızı kolaylaştırıyor. Sebze doğrayıp hamur yoğurabilen hatta hiç denemediğim çiğ köfte yoğurma işini bile yapan robotlar her eve lazım. Şimdi ben bundan neden bahsettim bilmiyorum. Robot deyince aklıma gelen hayatımdaki tek robot olduğu için belkide :) Dün akşam o çekici, hınzır, yandan gülüşüyle yıllardır çoğu insanı kendine hayran bırakan fakat son yıllarda ışığı sönmeye başlayan sevgili Brucu Willis abimizin son filmi Surrogates'i (Türkiye'de Suretler diye oynuyor) izledim. Gelin görün ki bu filmde Bruce abi hiç öyle güzel gülmedi :( Hayatın nimetlerinden uzak kalmış, kalabalığın içinde yalnız, mutsuz bir FBI ajanını oynuyor . Bu hafta şansım robotlardan yana. Bu filmde de yine robotlar başrolde. Gerçek olan tek şey sen iken insanlığı nasıl korursun diyor film. Böyle enteresan cin fikirler hep obez amerikalıların aklına gelir zaten. Armut piş ağzıma düş mantığı. Adamlar oturmuşlar evlerinde yatıyorlar. Uzaktan kendilerine ait robotlarına bağlılar. Robotlar da onların normal yaşantılarını sürüyorlar. Kimse evinden dışarı çıkmıyor. Bir de yine olmazsa olmaz karşı görüşlü bir grup var. Onlar da kendi bölgelerine robotları sokmuyorlar ve hiçbiri robot kullanmıyor. Robot kullanmanın amacı dışardaki tehlikelerden insanları korumak. Atıyorum kaza yapıyorsan robota olan oluyor sana birşey olmuyor. Sen evinde güzel güzel yatıyorsun. Ama saçma olan hep makinaya bağlısın , bağlantını koparınca robotta çalışmıyor. Hani robot kendi kafasına göre takılsa işine gitse, dışardaki yorucu sıkıcı işlerini halletse , sen de evinde mis gibi takılsan. Yok öyle değil. Sonuç olarak film sinemaya gitmeye değmez derim. Bence benim gibi evden de izleyebilirsiniz ;)

19 Ekim 2009 Pazartesi

Haftasonunda Evden Dışarı Çıkmazsan Olacağı Bu...

Yaşıtlarım ( 28 Yaş civarındakiler) haftasonunda dışarda fink fink gezerken ben ne mi yaptım? Camdan bile kafamı çıkarmadım :) Tabi kesinlikle kendi tercihim bunun için bahanem de yoktu sadece öyle olsun istedim. Gerçi bu cumartesi planımız dişimdeki dikişleri aldırıp kuzencim Dilşad ile kurabiye denemeleri yapmaktı. Nitekim kurabiyelerle ilgili son deneyimimiz pişen kurabiyelerin çekip küçülmesi ile hüsranla sonuçlanmıştı. Neyse işin içine erkekler girince planlar da bozuldu. Yani bu dediklerimin hiçbiri olmadı. Bütün bir haftasonumu kucağımda notebook dizi ve film izleyerek geçirdim. Sanki birisi bana para verecekmiş gibi gayet azimliydim bu konuda. Bu, şu ve o diziyi izle özetini çıkar, yorumunu yaz, parayı al :P Önce LOST 5. sezon bitti. Kalakaldım , yok artık dedim böyle de heyecanla merakla bitirilmezki. Bu ruh halini hemen atlatmam gerekiyordu. Yoksa Ocak'a kadar bu hayat nasıl geçerdi? Ezel diye bir dizi başlamış başrollerde de sınıf arkadaşım eski Türkiye güzellerinden Sedef Avcı , yakışıklı Kenan İmirzalioğlu ve donuk bakışıklı mankenden bozma oyuncu Cansu Dere oynuyor.(Sedef'e torpil geçtim :)) Peşpeşe izledim diziport isimli siteden. Müzikleri güzel konu değişik ama yine bir lüks yine bir bolluk içinde yaşamalar. (Bu arada Sedef oyunculukta kendini baya geliştirmiş. Hatta seslendirmesini de kendisi yapmış. Şaşırdım , onun adına da sevindim vayy beee... dedim bir de kendi kendime ) Bu yüzden şu aralar en sevdiğim dizi Melekler Korusun :) Daha gerçekçi geliyor , kızlar doğal oynuyor, hayatın iiçinden birçok şey var. Bir de içinde sadakat dostluk var. Hümeyra var, onun olduğu her proje de başarılı. Gerçek dostluğu görebildiğim tek dizi , diğerlerinde hep sırtından bıçaklayan aç gözlü zenginlerin abartılı hayatı. Hiç gerçekçi değil.Bu tür insanları orta tabakada da bolca görebiliyoruz :) Neyse çok kaptırmışım belli ki ben kendi hayatıma dönüyorum. Bu arada küçük teyzem (Saliha teyzem) beni takip ediyormuş. Yazılarımı da pek bir beğeniyormuş. Her ne kadar hep aynı kişiler (Seda & Dilşad) yorum yazsa da , teknik sebeplerden yorum yazamayan takipçilerimin olmasını bilmek güzel geldi :) İzmir'den gelen Göztepe sporun maçını izlemiş gençlik günlerini özlemiş kocama yemek yaptım. ( Burada " Alemin Kralı Göztepe Geliyoooooor" :) muşşşş
Şu bizim meşhur kremalı patates, kadın budu köfte ve mercimek çorba. Akşamları ne pişircem diye benim gibi pişirmektense karar vermenin daha zor olduğunu düşünen var mı? Bu patates herşeyi kurtarıyor. Patatesleri ince ince dilimleyip borcama yerleştiriyorsunuz. Üzerine tuz , karabiber, biraz sıvı yağ ve krema döküyorsunuz. Üzerleri kızarana kadar fırında pişiriyorsunuz. Sonuç çoookk lezzetli oluyor! ( Kuzen Dilşad sağolsun :) Gelelim bu haftanın film tavsiyesine. Benim gibi romantik komedi sevenlere yönelik bir tavsiye... The Ugly Truth yani Türkçesi Kadın Aklı Erkek Aklı :P Değil tabii ki..Aslında Türkçesi "Çirkin Gerçek" ama bizimkiler filmin ismine çirkin koyarsak kimse gelmez diye düşünmüşler sanırım. Başrollerde çok beğendiğim yakışıklı Gerard Butler (P.S I Love You filminden hatırlarsınız) şirin güzel sarışın Katherine Heigl oynuyor. Birbirine çok yakışan bu çifti izlemekte benim gibi romantik-komediseverler için daha zevkli oluyor tabi ( Sanki çift birbirine yakışınca onların mutluluğu beni de mutlu ediyor :P kızsal bir durum erkekler anlamaz ) 1. fotoğraftan belki anlamazsınız filmin konusunu 2. fotoğraftan anlayabilirsiniz. Konuyu kısaca özetleyeceğim.Hayatın gerçeği : Kadınlarla erkekler çoook farklılar. Bazı sahnelerin beni çok güldürdüğünü söyleyebilirim. Son zamanlarda izlediğim en eğlenceli romantiklerden.

Peşinden bir de Transformers : Revenge of the Fallen 'ı izledik. Ben inatla aldığımız gerilim filmlerini izlemek istemiyordum çünkü. 3. sü de çekiliyormuş bu arada. Film yine teknolojik aksiyonların bol bol yer aldığı bir film olmuş. Tam erkeklere göre. Konusu işe şu : Robotların da bir ruhu var , robot deyip geçme ( Gerçi bu robotlar galiba biraz uzaylı :) O başroldeki kız da sinirimi bozuyor. Bir insan bu kadar mı güzel olur? :) Bir ara Burak öyle bir dalmışki kıza, uyandırmak zor oldu :) Gerçek hayattakilerle yetinmeyi bileceksin kocacığım :)) Hem onlar film sadece! Aaa bu arada Cuma akşamı da Burak'ın zoruyla izlediğim ve amacına ulaşıp beni geren başarılı gerilim filmi EDEN LAKE 'i de unutmadan yazayım. Hatta yazayım da bir an evvel o sahneleri unutayım :) İngiltere'de geçen film genç bir çiftin evlilik teklifi için gittikleri romantik bir haftasonu olarak başlayıp kabusa dönen Eden Lake adlı ormanlık bölgede başlarından geçenleri anlatıyor. Bu filmden aldığımız ders ise şöyle: Evlilik teklifim romantik olsun diye kasıp sakın ormana gidip kız arkadaşınla başbaşa kamp kurma! Bunun yerine bizim kurabiyeler ile evlilik teklifi yapabilirsin :)))


Sevgiler...

15 Ekim 2009 Perşembe

Fotoğrafçılar Yarışıyor


Arkadaşım Pınar'dan gelen bir haberi paylaşmak istedim .

Sony’nin 3.kez sponsor
olduğu Dünya Fotoğrafçılık
Ödülleri – Sony World Photography Awards (SWPA)
bu yıl da tüm dünyadan amatör,
profesyonel ve öğrenci fotoğraf tutkunlarını
bir araya
getiriyor.
Yarışmaya katılmak isteyen profesyonel ve amatör
fotoğraf
tutkunları için son başvuru tarihi 4 Aralık 2009 Geceyarısı

Yarışmanın amatör
bölümüne
aşağıdaki dallardan birinde siz de katılabilirsiniz

Ø Mimari
Ø Konsept
Ø Belgesel
Ø Moda
Ø Manzara
Ø Müzik
Ø Doğa
Ø Portre
Ø Spor
Ø Kampanya Ödülü; “Futbol aşkı”

Katılmak istiyorsan tıkla . Ben de mi katılsam acaba?? :)) Mayıs'ta Cannes 'da festivale şahitlik etmiş biri olarak düşündüm de neden olmasın?? :)

14 Ekim 2009 Çarşamba

İyi ki Doğdun !!!


Bugün içimden Armağan'a yazmak geldi :) Bu yazım sana Armağan olsun .Hem bugün onun doğumgünü hem de beni ve birçok sevenini gururlandırdığı bir olaya daha imza attı. İlkokuldan beri tanıdığım hani şu kadarcıktı dediğim şimdi kocaman bir adam olup bir o kadar da kocaman yüreğiyle besteler yaratan , müzik insanı, duygu adamı. Doğumgünün kutlu olsun canım arkadaşım , ilk aşkım :) dostum, sırdaşım, burçdaşım ( yaşasın Terazi ruhu!!) Her ne kadar mesafeler , hayat şartları bizi ayırsa da yüreğimiz bir araya gelince yine aynı atar. Arada kaçırsam da işte şu kadarcık olduğundan beri konserlerine hep giderim, dinlerim gurur duygum tavan yapar. O geçen seneden bu yana Amerika'da yepyeni bir yolda ilerliyor. Yine müzik adına ama daha da engin denizlerde yüzüyor. Bir de beni bugünlerde gururlandıran Fahir Atakoğlu'nun son albümü "Faces&Places" ta adının geçiyor olması. Bu gerçekten de çok gurur verici! Çünkü yıllarca müzik adına neler yaptığını, ne emekler verdiğini, gayretini, isteğini, müziğe , duygulara insan iç dünyasına olan tutkunluğunu bildiğim , hatta en güzeli de ilk bestesi "İlk ve Tek" e (Hayatımda aldığım en güzel doğumgünü hediyelerinden biridir) şahit olduğum (evet Armani o ilkti ama tek kalmadı ne mutlu sana ve bize ) arkadaşımın şimdi senfoni yazan uluslararası müzik piyasasında da tanınmış bir başka Türk sanatçımızın albümünde, konserlerinde yer alan bir müzisyen olması. Seni özlüyor ve gururla takip ediyoruz. Dilerim gittiğin yolda hakettiğin yerlere ulaşırsın. Bu arada albümü şu an dinliyorum . Kitabını eline al, koltuğa uzan , fonda da albümünüz. Ohh deymeyin keyfime. Hayal ettiğim bu oldu ama ne yazıkki evde değilim. En kısa sürede bunu gerçekleştireceğim size de benden bugünün tavsiyesi olsun :) Sevgiler...

Not 1: Dün yani kendi doğumgünümde de yazacaktım ama içimde biraz burukluk vardı dünyaya karşı, vazgeçtim. Hoşgeldin yaş 28
Not 2: Armağan Durdağ ya da Kırmızı Yelken olarak google'dan aratıp bestelerini dinleyebilir videolarını izleyebilirsiniz.(dinlemelisiniz)
Not 3: Albümde "And Places" " Mediterranean" ve "Rhythm Of Corners" şu anki favorilerim , kapağın renklerinden esinlenerek yazıyı da renkli yazdım , bundan sonra hep böyle mi yazsam diye düşünüyorum , bu rengarenklik beni çok mutlu etti :)

11 Ekim 2009 Pazar

Kadıköy'de Bir Cumartesi Akşamı

Aslında niyetimiz bu Cumartesi Yedigöller'e gidip kızıl yaprakları çekmekti. Benim hala kendini 20 yaşında zanneden dişimin azizliğine uğrayıp planımızı başka bir haftasonuna erteleyince günümüzü Kadıköy'de geçirme kararı aldık. Bu arada sonunda dişçiye gitmek zorunda kaldım. Hergün en az 2 kere diş fırçalama gayretinde olup sanırım her sabah süt içtiğimden dolayı şimdiye kadar 1 kez dolgu yaptırmış şanslı biri olarak dişçiye gitmeye pek alışık değilimdir. Fakat bu acı dayanılır olmaktan çıkmıştı ve çevremden gelen çok büyük bir "çektir şu dişi" baskısı vardı. Hafif elli doktorun elinden 15 dk'da birkaç dikişle kurtuldum. Kendime de hediye olarak evimizin herşeyi olduğunu iddia eden mağazadan birkaç kurabiye kalıbı aldım ( ucuz diye alıp alıp toplamda ne aldımki bu kadar tuttu dediğimiz bir alışveriş daha) Sonrasında sevgili eşim Burki ile Kadıköy'e gidip DVD'cimiz Orta Dünya'dan birkaç film alalım dedik . Lafı gelmişken söyleyeyim aldığımız filmlerden District 9 'ı tavsiye ederiz ( ailecek- imdb puanı 8.5) Sıkıldım aynı tarz uzaylı filmlerinden diyenlere değişik bir deneyim olacağı kesin. Hiçbir oyuncusunu tanımadığım film ilk defa Amerika'yı basmak yerine Güney Afrika'yı basan uzaylılar üstüne dönüyor. O sevimsiz karides tipli uzaylılara ilk defa duygusal baktığımı hatta bir ara gözlerimin dolduğunu söylemeliyim. Filmden çıkardığım konu ise şu ; Kendimiz gibi olmayanlara kötü gözle bakıyoruz.
Neyse gelelim günün diğer önemli konularına. Kadıköy'e yürüyerek gidelim hem de spor olur derken yolda gördüğümüz değişik bir mağazaya kendimizi atıverdik. Artemis Hediyelik Eşyaya Kadıköy'e yolunuz düşerde uğramadan geçmeyin. Zira ilginizi çekebilecek birçok değişik dünyanın farklı noktalarından gelen el yapımı hediyelik ürünler bulmak mümkün. Gerçi biz kendimize aldık 1-2 parça hediye o ayrı :) Yeri neresi mi? Kadıköy Nüfus Müdürlüğünün karşısı , belki biraz çaprazı.Sonra ver elini Kadıköy sahil .. aman yine herkes toplanmış biryerlere gitme yetişme telaşında. Biraz sahilden fotoğraf çekelim dedik herkes poz verme derdine düşmüş. Malum akşam üzeri manzara güzel güneş batıyor. Biz de çekelim dedik birkaç kare . Vapurların biri gidiyor biri geliyor. Kopamadık manzaradan derken hava karardı, baktık tripodsuz daha fazla çekilmiyor.
Bu aralar Kadıköy'de hep fondan bir horon sesi geliyor. Bendeniz hafiften Rize'li hemen atlayıverdim kalabalığın içine. Hobaa başladık horon tepmeye.. Eller Çubuk!Yok artık :) Tabi ki hayır sadece izledik. Rizeliler festivali bir süredir Kadıköy meydanda devam ediyor.Biz de hasret giderdik. İlk defa Laz böreği gören Burki dayanamadı hemen tatlıları keşfe daldı. Ben de ucundan acık otlandım. Pepeçura bile var duyurulur ( Rize üzümünden ve mısır unundan yapılan hafif mayhoş mor renkli bir muhallebi)
Tatlıları da yedikten sonra Balıkçıların olduğu sokak ve devamında açılmış bilumum yeme içme mekanları arasında bulduk kendimizi. Burası gerçekten arkadaşlarla ya da ailecel balık &kebap yemek isteyenler yada 1-2 bişey içip sohbet etmek isteyenler için çok sayıda alternatifin olduğu bir sokak(Meşhur ÇİYA'da bu sokakta) Hava da güzel neredeyse bütün Kadıköy halkı ordaydı . Taksim Nevizade'yi aratmayan ortam gezimizin son durağıydı. Birkaç yudum birşeyler içtikten sonra nihayet ilk hedefimiz olan DVD'ciye doğru yola çıktık.