26 Kasım 2009 Perşembe

25 Kasım 2009 Çarşamba

Totoş Vampir'in Hikayesi: Yeni Ay / New Moon

Geçen sene serinin 1. filmini (Alacakaranlık /The Twilight ) izlediğimizde esasoğlan soluk benizli Edward için bizim arkadaş Hakan "Bu ne ya totoş vampir bu, böyle romantik vampir olur mu? " demişti. Gerçekten de şimdiye kadar rastladığımız ( yüzyüze değil tabii filmlerde) vampirler hep birilerini ısırmaya meyilli vampirlerdi. Bu film vampirleri daha sempatik göstermişti bize. Biraz sıradan , kitabı kadar başarılı olmadığı söylenen 1. filmden sonra dersimi almamışım gibi dün akşam serinin 2. filmi "Yeni Ay"ı izlemeye gittim. Biz 8 kişi nerdeyse bulunduğumuz sırayı kapamış romantik sayılabilecek bir filmde kendimizi kıkır kıkır gülerken bulduk. Söyleyebileceğim 2. film 1. filmden de daha da başarısızdı. Ama çok güldük o bir gerçek. Tabii gerçeğini (ayıptır söylemesi) Mayıs'ta Cannes film festivalinde gördüğüm pek yakışıklı başrol oyuncusu Robert Pattinson için gitmeye değer mi? Ona da siz karar verin :)
Sonuçta imdb'de 4.5 puan almış bir filmi düşünün artık seyretmesi nasıl olur? Bu zamanda bu olanaklar varken , hatta bizim Türkler uzaylı , kowboy filmleri çevirebilirken, elin Amerikalısı nasıl böyle saçma sahnelere filminde yer veriyor anlayamadım. Kitabı yok satarken bir de... ( gülünecek kadar saçma sahneye örnek 1 : Kız başını çarpar, başı kanar, Jacop (diğer esasoğlan/kurtadam) hemen koca t-shirt'ü çıkarır kızın alnındaki kanı siler, sanarsınki bu seksi vücutlu çocuk kızı öpecek, film boyunca olduğu gibi hiç öpüşmeden kardeş kardeş evin yolunu tutarlar) Bu arada başroldeki kız zaten benim sinirimi bozuyor. Hiç sevmem öyle mıymıy tipleri. Kız devamlı aşağıdaki fotoğrafta göreceğiniz gibi birileriyle yakınlaşıp hiçbir action (ekşın) yaşanmadan hayatına devam ediyor. Devamlı bir heyecandan titreyerek konuşma çabası, yok artık bunlar benim çok gözüme battı, o kızı sevemeyeceğim :)

Hem onu severim hem bunu, vampiri de seviyorum kurt adamı da :) Yok öylee ... Kendin gibi normal bir insanoğlu bulmadığın gibi bir de " o da benim olsun bu da" ... Oldu güzelimm..


Filmin sonu da sanki haftaya bir sonraki bölümü gösterilecekmiş gibi bir Aşk-ı Memnu edasıyla heyecanlı, cevabı belirsiz bir soru ile bitti. Daha doğrusu salonun ışıkları yandığında filmin bittiğini anladık :) Yoksa biz daha sürecek diye oturmuş bekliyorduk. Saçma sahneye örnek 2: filmdeki Alice karakterinin bu ikisini gördüğü bir rüya var, o rüyada işte ikisi Hülya Koçyiğit -Ediz Hun gibi koşuyorlardı ya , yoook artıııkkk :) Çok merak ediyorsanız gidin seyredin ama benden size bu film tavsiye çıkmaz arkadaşlar.

Sevgiler :)

23 Kasım 2009 Pazartesi

KEK YAPMAK : Ciddiye alınması gereken bir iş

Ben babamın evinden hiçbir iş bilmeden gelmedim yeni evime. Tabii ki belli başlı yemekleri vakti zamanında çalışan anneme yardım amaçlı evimizde yaptığımdan biliyordum. Annem çok güzel yemek yapar ( evlenince o lezzetli hazır önüne gelen yemeklerin kıymetini kat kat anlıyorsun) Annem yemekleri güzel yapsa da bir Saliha Teyzem gibi pasta&kek konularında uzman sayılmazdı. Çalışan kadının evine gelip normal yemek dışında süslü püslü tatlara girişmesi daha zor oluyor. Ne zaman kek yapsa ya kek daha kalıptan çıkmadan parçalanır ya da hiç kek haline gelmeden kendi halinde birşey olurdu. Her seferinde de "şu keki bir beceremiyorum" derdi :) Ama son birkaç yıldır o da öğrendi. Saliha Teyzem doğumgünlerimizde bize Tavşanlı Pasta yapardı. Pasta tavşanlı değildi ama tavşan şeklindeydi, hem de kocaman bir tavşan. Hepimizin bir tavşanlı pastası olmuştur :) Süsleme konularında üstüne tanımam. Pilav bile yapsa (pilavı meşhurdur) mutlaka süsleyerek sunardı. Kalabalık süslü sorflarını özlüyorum :) Bir büyüğü Latife Teyzemi de es geçemeyeceğim. Yeni tarifler bulsun, bunları denesin, hatta künefe, mantı, çiğ görek gibi daha yöresellerin bile üstesinden gelsin. Süsüyle uğraşmaz ama ne kadar uğraştırıcı yemek varsa yapar ( beyaz lahana dolması favorimdir) Biz Ankara'ya gidince birkaç kilo alır da geliriz :) Rahmetli anneannem de çok güzel yemekler yapardı. Ben sebze yemeği yemeyi anneannemle öğrendim. Daha doğrusu ya aç kalacaktım ya da bu tabağı bitirecektim :)) Babaannesinin yanında ekmek arası bifteklerle büyümüş şımartılmış ben, anneannesinin yanında resmen terbiye edilmiştim :) Size anlatmak istediğim biz ailecek mutfak işleri ile hep iyi anlaşmışızdır. Gel gelelim benim ilk kek deneyimime.
Bu haftasonu İrem ile Burak'ın 1. evlilik yıldönümü nedeni ile bir davet aldık. Herkes evinde birşey yapıp götürecekti. El yapımı olması 1. şarttı. Benden de kursuna gittiğim şeker hamuru süslemeli kurabiyelerden istediler. Ben de geçen hafta kuzen Özgün'ün gönderdiği havuçlu kek tarifi ile cupcake yapıp üstlerini şeker hamuru ile süslerim dedim :) Ben hayatında kek yapmamış şaşkın , ne diye hiç denemediğin tarif ile yapacağım kekleri "arkadaşlara bunlardan götüreyim bari" diye bu işe kalkışmıştım? Meğer Kek Yapmak çok ciddi bir işmiş :) Tabii bunu kötü bir deneyim ile öğrendim. Kuzenlere de pişerken sordum; bunlar neden hala kabarmıyorlaaaarr?? Meğer (bunu da Özlem söyledi) yumurta ile şekeri önceden beyazlayıncaya kadar çırpmazsan kek kabarmazmış. Benim cupcake'ler görüntüde çok cici olsalar da, yemeğe kalkışınca "Bizi sakın yemeyin, kafa kırmakta daha başarılı oluruz, büfenizde daha şirin dururuz" der gibi bakıyorlardı. Neyseki babam "Kızım aynı annene çekmişsin, annen kek yapmayı daha yeni öğrendi" diyerek içime bir su serpti ( ya da buna üzülsem mi bilemedim)
Kuzencim Özgün bana bu sabah kek yapmanın püf noktalarını gönderdi. " Bana bu tarifi göndereceğine keşke önce kekin püf noktalarını gönderseymişsin" dedim. Meğer o da baya bir uğraş sonucu kek yapmayı başarmış. Ben de bir kez daha anladım ki Kek Yapmak zor bir işmiş arkadaşlar :)) Kendisinin burdan aldığı püf noktalarını sizinle paylaşmak istedim. Ben yapılmaması gereken herşeyi yapmışım. 13 maddelik püf noktası olan başka bir yemekle karşılaşmamıştım. Bu da tezimi doğruluyor. KEK YAPMAK , lütfen küçümsemeyiniz :) Umarım benden sonraki nesillere bir faydam olur. Güzel mis kokulu kekler dilerim..





1- Kekte kullanılacak sıvı malzemeler (yumurta, yağ, yoğurt, süt, meyve
suyu, soda vs.) muhakkak oda sıcaklığında olmalı. Kek yapmaya başlamadan en az 1
saat önce buzdolabından çıkartılmalıdır. Soğuk malzeme kekin kabarmasını
engeller. (neso: ben yaklaşık 15 dk önce çıkardım. Hadi bir kek yapayım şipşak diyemiyorsun, mutlaka 1 saat önceden hazırlanman gerek)
2- Kek yapmaya başlamadan evvel kullanılacak bütün malzemeler hazır
edilmelidir. Kek kalıbı yağlanıp biraz un serpilerek veya yağlı kağıt serilerek
hazır hale getirilmeli, fırın 175 dereceye ayarlanıp çalıştırılmalıdır. Çünkü
kalıba dökülen kekin bekletilmeden ısıtılmış fırına verilmesi gerekir.
3- Yumurtalar mikserle beyaz, köpüklü krema halini alıncaya kadar çırpılmalıdır.
Şeker eklenip çırpma işlemine devam edilir. Bu uzun süreli karıştırma işlemi kek
piştikten sonra yumurta kokmamasını ve iyi kabarmasını sağlar. Eğer zaman
müsaitse yumurta beyazlarını ayırıp başka bir kapta çırpıp keke en son
ekleyebilirsiniz. (neso: ben hepsini harmanlayıp karıştırdım ne de olsa hepsi beraber pişecekti, tarifte bu ayrıntı vardı ama ben aceleden en son malzemeyi gördüğümde tarifin sonundaki bu ayrıntıyı farkettiğimde iş işten geçmişti)
4- Keke eklenecek birkaç damla limon veya kabuğunun rendesi içerdiği asitten dolayı kabartma tozunu harekete geçirip daha fazla kabarmasını sağlayacaktır. (neso: benim rendelediğim 1 limonun kabukları bile yetmedi demekki 3. maddeyi gerçekleştirmek şart)
5- Keke konulacak kuru malzemelerin (un, kabartma tozu, vanilya, karbonat vs.) elenerek sıvı karışıma eklenmesi malzemelerin birbirine daha iyi karışmasını sağlar. Un eklenene kadar mikser kullanılabilir ancak un eklendikten sonra kesinlikle mikser kullanılmamalı bir tahta kaşık yardımıyla
fazla çırpmadan karıştırılmalıdır. (neso: ooo ben hepsini karıştırıp bir güzel mikserle çırptım bile)
6- Keke konulacak meyve parçası, çerez, kuru üzüm gibi malzemelerin dibe çökmemeleri için kuru olmaları gerekir. Malzemeler ıslaksa una veya nişastaya bulayarak keke eklenmesi gerekir.
7- Süt kullanılan kekler daha ıslak, yoğurt kullanılan kekler daha kuru ve sünger
gibi olurlar. Kakaolu kek, ıslak kek, browni gibi kekler yapılacaksa süt kullanılması daha uygun olur. Kakao ve süt karışınca kekte çikolata tadı hakim olacaktır. Bunun dışındaki sade keklerde yoğurt daha etkili sonuç sağlar.( neso: ben süt kullandım Burak "bu ne böyle lastik gibi olmuş dedi" keşke yoğurt kullansaymışım)
8- Keklerde rendelenmiş havuç, elma , çilek gibi malzemeler kullanılacaksa daha
yayvan kalıplar kullanılması gerekir. Bu tarz kekler yüksek kalıplarda pişirilirse üzerleri yanık ve içleri iyi pişmemiş kekler ortaya çıkıyor. Pişme süreleri de çok uzuyor. Diğer kekler her türlü yüksek ve derin kalıplarda yapılabilir. (neso: ben cupcake kağıtlarına koydum minicik ve derindi)
9- Kekin fırının alt katında pişirilmesi gerekir. Bu şekilde üzeri hemen kızarmadan içi iyice pişecektir.(neso: ben daha pişerken sadece üstünü mü açsam yoksa altlı üstlü mü açsam karar verememiştim bile)
10- Kek pişerken özellikle ilk 20 dakika fırının kapağı açılmamalıdır. Kapak açılırsa kabaran kek birden sönmüş olur. (neso: işte bunu biliyordum :) yapmadım )
11- Keki pişerken en son 5-10 dakika fırın 150 dereceye düşürülüp biraz daha pişirilebilir. Bu şekilde kekin üzeri yanmadan içi iyice pişmiş olacaktır.
12- Kek piştikten sonra kek fırından hemen çıkartılmamalıdır.
Fırının kapağı aralanıp bu şekilde bir süre soğuması beklenmelidir. Sıcak fırından çıkan kek soğukla temas ettiği anda biraz da olsa sertleşip, sönebiliyor. (neso: bir sonraki cupcake'leri koymam için hemen çıkarmam gerekiyordu itiraf ediyorum hemen çıkardım :( )
13- Pişen kekin kalıptan çıkarılması için soğumasını beklemek gerekir. Sıcakken çıkartılmaya çalışılırsa kek parçalanabilir. (neso: henüz o mertebeye ulaşamadım ama cupcake kağıtları istesem de çıkmıyordu, ertesi sabah kekle öyle bir kaynaşmıştı ki çıkarması mümkün değildi)

20 Kasım 2009 Cuma

Aman 2012 Yandım 2012




Önce filmin dvd'sini aldık ( zannettik) meğersem belgeselini almışız. Tam en heyecanlı ürkünç sahnelerinde ( anlatılan konular ürkünç tabi sahneler o kadar değil de ) patt elektrikler kesilmez mi? Gerisini izlememem için bir işaret bu dedim ve izlemedim. Aslında 2012 diye bir film daha varmış . Cuma gecesi başlayan bilet bulamama hikayemiz pazar akşamı son buldu. Herkes bu filmi mi bekliyormuş? Öyle valla. Ben de herkese diyorum ki aman o film belgesel boşverin gitmeyin :) Zar zor bilet bulduk Burçak ve Barış'la sinemada buluştuk . Evet gerçekten de bana da o kadar para harcasalar ben de çok güzel olurum. Filmin sahneleri görüntüler ve efektler çok etkileyici. Ama benim çok canım sıkıldı. Gerçekten bir kıyamet günü gelse biz gittik. Bizim adımız dahi geçmiyor filmde yani biz ülkecek öldük arkadaşlar. Kurtulan birkaç gemi insanın hepsi zengin zaten çoğu da Amerikalı , biz baştan kaybettik. Belki Tayyip amca çıkıp "one minute" der de bizi de gemiye alırlar ( bir ihtimal) Klasik amerikan "dünyanın sonu yine mi gelmiş" filmlerinden ama görsel olarak gerçekten etkileyici sahneler. İyi haftasonları...

18 Kasım 2009 Çarşamba

Bu Sitede Sigara İçilmesi Yasaktır


İtiraf ediyorum; çok küçükken (ufal da cebime gir) yıl 1996, yaş 15 , yılbaşı gecesi, Burcu'larda yılbaşı partisi yapıyoruz, kuzenim Elif'le bir olup Burcu'nun sigarasından bir içelim demiştik. Gizlice banyoda yakmıştık sigarayı " öğğğ bu ne ya ? ne bu şimdi ? hiç zevk vermiyor aksine kötü de kokuyor ellerin, neden içiyorlarki bu sigarayı " demiştim. Kuzen içmeye devam etti ben şükürler olsun hiç özenmedim :) Sigara içmiyorum ama sigara içenlerin yanından geçerken içmiş kadar oluyorum. Ayrıca sigara içenlerin çok bencil olduğunu düşünüyorum ( içmeyenlerin yanında içip onları da kendileri gibi zehirliyorlarsa) Dumansız hava sahası uygulaması çok hoşuma gitti. Ohh be dedim biraz da onlar eziyet çeksinler (şu hükümetin yaptığı belkide tek iyi hizmet oldu :) . Gece dışarı çıkarız üstümüz başımız sigara kokar, içimize o pis havayı çektiğimiz yetmezmiş gibi. Bir de annem eskiden Samsun içerdi. Aman Allahım! Onun gibi kötü kokan bir sigara daha görmedim, koklamadım :) Neyseki doğru yolu buldu, sigarayı bıraktı. Burak'ta içmiyor, evimiz de kokmuyor. Geçen cumartesi gecesi dışarı çıktık, Seço'nun doğumgünü kutlamasına. Birden şunu farkettim; kapalı bir mekandayız ve içerisi temiz hava dolu :) Ohh dedim ne güzel rahat rahat nefes alıyoruz. Birbirimizi bile görebiliyoruz bir duman bulutu yok etrafta. Tabii dışarı çıkarken kapıda yığılmış sigara tiryakilerinin sigara dumanları hemen üstümüze sindi. Keşke insanlar sadece kendi kişisel alanlarında sigara içseler. Ben sokakta yürürken özellikle de sabahları , birden burnuma gelen, önümde yürüyen adamın sigara dumanını içime çekmekten nefret ediyorum. Birden öyle sinirleniyorum ki adama bağırasım geliyor. Ne hakkın var beni zehirlemeye?!! Şimdi bu yazıyı okuyan sigara tiryakisi teyzelerim bana kızacaklar biliyorum ama noolur siz de bırakın şu sigarayı. Temiz havanın tadını çıkarın. Emin olun temiz hava sizi öldürmez. Korkmayın, sigarasız da hayat aynen devam ediyor. Sizleri seviyorum ! Sevgiler :)

15 Kasım 2009 Pazar

Benim Cici Ev Botlarım

Dün Seço'ya hediye olarak ne zamandır gördüğüm ev botlarından alalım dedik. Terlik giymeyi çok sevmeyen ben de ayağımdan ne de olsa botu çıkarmam daha zor olur diye acaba kendime de mi alsam dedim :) Burki de bana bunları beğendi.

Ben de Seço'ya bu botları beğendim.

Gece herkesin gözü bizim botlardaydı. Çook rahat içi yumuşacık ve tabanı da gayet konforlu. Hatta o kadar rahat ki Burki bile istedi . Erkekler için yok ama ona da uygun bir desen bulcaz artık :) Kendinize ya da ayaklarının üşümesini istemediklerine alabileceğiniz cici bir hediye (Kendim aldım diye demiyorum :P ) Kapadokya'dan aldığım güvercinlerden daha önce kapadokya yazımda bahsetmiştim. Nihayet fotoğraflarını çektim ve onları da ilişiğe ekliyorum. Ne kadar tatlılar değil mi? :) İyi pazarlar ...

13 Kasım 2009 Cuma

Aşk Geliyorum Demez (mişşş)


Geçen hafta içerisinde UP'a gidemediğimiz gün bari dedim ruh halime uygun güzel bir romantik- komediye gidelim. "Haydi Aşk Geliyorum Demez'e gidelim hem Türk sinemasına katkımız olsun" ( Sanki çok fakirler de senden benden iyi geziyorlar valla) Sevgili Burki hemen kabul etti ( yalannn) Yok benim bu filmde ne işim var, erkek adamı bozar böyle filmler, ben Nefes'e gitmek istiyorum - Hayır ben bugün ağlamak istemiyorum ( Nefes'e giden ağlayarak çıkıyormuş) Nefes'e gitmedik ama Burki bizim filmden sulu gözlerle çıktı ( kıyamammm hastaydı ya çok duygusal) Ama gerçekten de filmin güldürdüğü sahnelerinin yanında o bizim Türk işi ruhumuzu duygulandıran sahneleri de var.
Filmi beğendik hatta çok eğlendik. Fakat benim anlamadığım Türk sinemasındaki bu komik olcaz diye argo konuşalım çabası nedir? Sanki özellikle millet gülsün diye hep bir argo. Gerçi yabancıların da ağzından fuck, shet eksik olmuyor. Tabi bize Türkçesini kahretsin diye çevirdiklerinden etkisi daha yumuşak oluyor yabancı işi küfürlerin. Ama bizim filmlerde hiçte yumuşamıyor , şak diye suratına çarpıyor ve arkada bir kahkaha ordusu. Ben de gülüyorum bazen ama koca koca saygın sinema sanatçılarına da (Altan Erkekli, Zeki Alasya) bazen yakıştıramıyorum galiba. Yahu biz normalde bu kadar küfürbaz bir millet miyiz? Ben çok mu izole bir ortamda yaşıyorum yoksa? Ben 4 yaşındayken topumu benden alan kuzenim Deniz'e b..k dedim diye annem ağzıma acı biber sürmüştü ve acısı yaklaşık 1 hafta sürmüştü (bildiğin kırmızı pul biber). O günden sonra küfürlere bağışıklık kazanmam uzun yıllarımı aldı.
Haftasonu yolunuz düşerse gidiniz efenim.. Benim için önemli olan kriterlerden birisi başroldeki kızla erkeğin birbirine yakışmasıdır. Filmde de en azından bir flört sahnesi olmalıdır. Ben zaten bu çocuğu pek bir beğenirim :) pek efendi pek sempatik.. Bergüzal abla ile de yakışmış bence ( bu rolü oynarken hamile olmasını bilmekte bana bir garip gelse de) Film klasik fakir ama gururlu erkek, zengin kötü babanın iyi yürekli kızı. Ama olaylar eğlenceli geçiyor. Biz beğendik, izlerken eğlendik, umarım siz de beğenirsiniz (herhangi bir çıkarım yok diyorum ya benden senden zenginler valla) Yazımın sonunda sevinçle haykırıyorum ; Yuppiiiii Haftasonu Geldiiiii ... Haftasonu geliyorum demez ama gidiyorum der... O yüzden tadını iyi çıkarın ;) sevgiler...

12 Kasım 2009 Perşembe

Geçmiş Olsun Burki !


Biricik aşkım kocacım Burki co iyileşti ( öksürük devam etse de ateşi çıkmıyor en azından) Nihayet kat kat giyinip yatmaktan kurtuldu. Güzel gözleri yine parlamaya eskisi gibi gülmeye başladı. İşkolik kocam bugün işe döndü. Biz de bütün ahali toplandık onun için pankart açtık. Gerçi bu aralar iyi niyetli de olsa pankart açmak suç her an azarlanabiliriz ... bugünlük bizi maruz görsün koca koca amcalar :)

11 Kasım 2009 Çarşamba

Bayıldımmmm !!!


Yok yani çok beğendim anlamında bayıldım :) Taaa ne zamandır gitmek istiyordum, sinema salonunda 3 boyutlu reklamları cezbediyordu beni vee sonunda izledim. Geçen gün Burak hadi çıkalım çok sıkıldım dedi . Ben bu aralar ev kuşu modundayım çıkmak istemeyince dışarı " haydi UP'a gidelim" diye beni ikna etti (kandırdıı beniii). Gittik ki 3D olarak ismi lazım değil salona gelmemiş. Zaten bir hoşgeldiniz bile demeyen gişe görevlisi hatuna bu cevabı üzerine daha da sinir olup nasıl gelmezz? dedim. Kaç tane 3D animasyon izlemişim bu salonda. (ismi lazım değil baş harfi Nautilus cinebonus) neyse dedim madem onu izleyemiyoruz (3D olmadıktan sonra) evde izlerim. Sonra başka filme gittik. Neyse hemen gidip dvd'sini de aldık. (tabi kaçar mı??) Bu akşam oturduk izledik ve işte sonuç: Bayıldımmm :D Animasyon konusunda adamların geldiği nokta ne kadar muazzam. Senaryo zaten hem ağlatan hem güldüren tam benim cinsimden. (evet itiraf ediyorum ağladım öff napayım ) Görüntüler çok gerçekçi. Başrollerdeki yaşlı amcamız Carl ve küçük yol arkadaşı sevimli tombik çekik gözlüler diyarından Russell, Carl'ın çocukluk rüyasını gerçekleştirmek adına tesadüfen kesişen maceralı yolda başlarına gelen komik olaylar. Aaa bu arada filmin vurguladığı şu(bence) maddiyat, eşyalar, ev, araba hepsi geçici, sonunda bizimle kalan güzel anılarımız oluyor :) Size diyorumm: Mutlaka izleyin. Hergün onlarca haberin üzdüğü şu çivisi çıkmış dünyada bu sevimli çizgifilm kahramanları ( ilk favorim göz ağrım NEMO) hayatlarımızı neşelendirip renklendiriyor. Nesobaby tavsiyesidir bu animasyonu sakın kaçırmayın!
Not: Son hayalim bir animasyon karakteri olmak :)

İşte Suçlu!



Son günlerde hayatımızın en popüler konularından , eve gelip ohh yemeğimizi yiyelim nasıl geçti günün canım derken pat ekranda yine o ! Aaaa...Ben sıkıldım ama tv kanalları sıkılmıyor. Bırakın şu domuzcuğun peşini canım. Asıl suçlu sizlersiniz !! Size inat domuz gribi olmuyorum! Yiyorum yeşil sebzemi turuncu meyvemi, ellerimi de yıkıyorum sık sık ( kurudular yıkanmaktan) ama nereye kadar? Birilerinin cebine muhakkak bizim bu saf inanışlarımızdan ne paralar geçiyor bilmiyor muyum? En son da şunu duydum: Kedilere de geçiyormuş. Bırakın Karamel'in peşiniii !! Yaz başı hani salgının en cıvıl cıvıl olduğu zamanlarda ayıptır söylemesi Amerika kıtasındaydık, hatta Meksika'da bile bulunduk, halkın içinde karıştık :P Herkes panik oldu aman gitmeyin dediler. Gitmez miyim o kadar para bayılmışım. Atın ölümü arpadan olsun dedik tatilimizi iptal etmedik. Sapasağlam döndük vatana, biliyordum böyle olacağını da. Doktor bile söylüyor (hem de profesör doktor :P ) yılda binlerce insan zaten ölüyordu gripten zatürreden. "Korkmayın" diyor "normali %3 domuzlusu %5 " götürüyormuş. Ohh be doktor amca diyorum su serptin içimize :) Filmler de bile yakalanmadı mı Yeşilçamın dilberleri, yakışıklıları bu hastalığa. Sevdicekleri dönünce kurtulmadılar mı turp gibi olmadılar mı hemen? "Korkma aşkım" diyorum "Nesobaby varken sana bişey olmaz! " Şimdi birden bire neden popüler oldu bu hastalık acaba? Tam da kriz zamanı ??? Bir de aşı getirdiler sahtemi yan etkili mi belli değil. Adam kendine bile yaptırmadı gerçi o oğlunu doğuya askere de göndermedi "Örnek insan" Yaptıranları da gördük (şu an çaprazımda oturuyor 1 hafta önce teşhis koydular "domuz oldun" diye, şimdi o da turp gibi maaşallah) hemen hastalandılar yine birilerinin cebi doldu. Bırakın gözünüzü seveyim. Evde 5 gündür mevsimsel grip kocacım Burki'yle içiçeyiz. İş arkadaşları panik oldu, teşhis koydular telefondan "evet kesin domuzsun oğlum sen! gelme bir daha işe " :P Ben halen turp gibiyim , şu meşhur virüsler uzaktan beni kesiyor eminim. Belli de olmaz bugün yarın bana da düşecek yolları ama korkmuyorum ben buyrun bekleriz. Ben de onlara inat doğal vitaminlerle kendimi savunuyorum. Ödümüzü patlattılar kapılara duvarlara hatta birbirimize dokunamaz olduk. Ben bu kadar hijyenik yaşama da karşıyım.. İnsan biraz da bağışıklığını alıştırmalı pisliğe. Yine oyuna getirildik çaktırmadan. Hastaneye gidiyorsun test yapacaklar, burnundan sümüklerini ,cebinden de 250 TLcik paranı alıveriyorlar. Neyse siz siz olun ağzınızdan mandalina portakalı üstünüzden hırkanızı eksik etmeyin. ( Bu sabunsuz temizleyiciler de kanserojenmiş ona göre) Sağlıklı günler dilerim ...

5 Kasım 2009 Perşembe

İşini Seven Parmak Kaldırsın :)


Ben parmak falan kaldırmam. Kaç kişi evet derki bu soruya? Bizim sektörden çok az çıkar evet cevabıyla. Bu işi yapıp mutlu olanla henüz karşılaşmadım. Düşündüm de en çok maskeyi iş yerinde takıyoruz. Mutluymuş gibi yapıyoruz. Aslında çoğu insan hayatını idame ettirmek adına hergün sevmediği bir işte çalışmak zorunda kalıyor. Bu resim de iş arkadaşım Seda 'dan gelince hemen siteye koymalıyım dedim. Çizen kimse ne güzel anlatmış anlatmak istediğini, yani bizi. Yaşamak için çalışıyoruz ama çalışmaktan o kadar yoruluyoruz ki (daha çok zihinsel anlamda) yaşamaya vakit ayıramıyoruz. Bir de kriz zamanı işimden olmayayım diye mutlu çalışan rolü yapıyoruz üst düzeylere. Eskiden öyle miydi? Beni mutlu et yoksa başkasına kaçarım diye pazarlık ederdi çalışanlar. Adı üstünde eskide kaldı...Böyle mi yaşlanacağım diyorum içimden. Sevmediğim işime gelip giderek. Günde 9 saat mesai, 3 saat 'te serviste geçen zaman= 12 saat, Haftada 60 saat !! Çocukluk hayalimdeki gibi dansçı olsaydım ya da müzisyen, haftada 60 saatimi seve seve verirdim işime :) Neyse... birgün sevdiğim işi yapacağım. O zaman hayat şimdi olduğundan daha anlamlı olacak...

3 Kasım 2009 Salı

Güzel Atların Şehri Kapadokya


Uzun zamandır yazamadım sebebi buralarda olmamamız. Dün de Karamel'e uyup koltukta erkenden mayıştığımdan yaklaşık 11 saatlik uykuyla Pazar günü döndüğümüz ve her sabah 7'de kalkarak bütün gün gezdiğimiz kültür turunun acısını çıkardım. Turla gitmek ilk defa gittiğin yerlerde işe yarasa da bir süre sonra insanı sıkmaya başlıyor. Ben tek çocukluktan alışığım yalnız sakin ev hayatına. Fazla kalabalık beni bir süre sonra bunaltmaya başlar. Tek başına da dışarlarda gezmem o ayrı ;) Daha önce de bahsettiğim gibi İlke&Alper'den gelen teklif ile Kapadokya+Kayseri turuna 29 Ekim tatili vesilesi ile dahil olduk. Yıllar önce sanırım 11 yaşında gittiğim Kapadokya benim için maaile gittiğimiz bir tatil anısıydı. Teyze dayılar kuzenler hepberaber gitmiştik.Beni en çok etkileyen mekan ilk defa bu kadar büyüğünü gördüğüm vadi "Ihlara vadisi" olmuştu. Bu seferki turumuzun ilk durağı da seneler önce Kapadokya'ya veda ettiğimiz Ihlara vadisi oldu. Ben yıllarca cahil cahil vadinin Nevşehir il sınırlarında olduğunu sandım. Meğersem Kapadokya denilen bölge Aksaray'dan başlayıp Nevşehir'e uzanıyormuş. Ihlara da Aksaray ilindeymiş. Emekli volkanik Erciyes ve Hasan dağlarının mimarlık yapmasıyla oluşan tüfler yıllarca insanların yaşadığı ( 20. yy'da bile) mekanlar haline gelmiş. Hatta komik olan o gün yatıya misafiriniz gelecek diyelim, insanlar hemen yan tarafta misafire kalması için oda kazmaya başlarmış :) Şansımıza bütün tur boyunca hava kapalıydı. Sadece cumartesi günü yüzümüz güneş gördü. Despot görünümlü ama dikkatli özenli çok bilgili rehberimiz Eylem sayesinde kalabalıktan uzak görülecek yerleri görerek bir tur geçirdik. Tabii tur mantığı herkes aynı yerde fotoğraf çektirmek isterken sana sıra gelene kadar rehber " haydii gidiyoruuuz" diyor. İşte sıranı bekleyen kibar yolcu sen de otobüse hep son binen oluyorsun. Bir de halı, değerli taş, çanak - çömlek atölyeleri , şarap fabrikasını gezdirip seni bir güzel alışverişe tüketim çılgınlığına itiveriyorlar. Eee oraya kadar gidipte hatıra brşey almadan olmaz. Tabi genelde fiyatlar turistleri kazıklamaya yönelik.Bazı fiyatları duyupta "dostum ben turist değilim bu ne fiyat" diye tepki gösteriyorsun. Özellikle benden sonra gideceklere tavsiye, ikramları içip otobüse geri dönün ;) Yoksa tur parası kadar daha harcayıp evinize dönersiniz valla. Biz İlke'yle her elimiz boş dönüşümüzde erkekler "ohh" deyip rahatladılar :) Nedense erkeklerin en büyük korkusu kadınların alışveriş yapması. Ben magnet kolleksiyonum için peri bacası magneti, bir akşam tavsiye ile gittiğimiz ve çok beğendiğim Ürgüp'teki Ziggy Kafe'den ( sahipleri çok değişik Eylem'in tabiriyle entel tipler, fiyatlar diğer mekanlara göre çok az daha pahalı - İstanbul standartlarında- ambiyans müzikler hoş, turistlerin başbaşa yemek yediği romantik, kaliteli , dekorasyonu da ilginç ve şık bir taş ev ) sahibesi Aynur Hanım'ın tasarımı güvercinlerden aldım. Bir de Kayseri'ye gitmişken mantı yemeden olmaz deyip mantı yediğimiz hatta bayıldığımız ( tabi ki beğeniden ) Elmacıoğulu İskender mantılarından( iskender spesiyalleriymiş ama ben iskender çok sevmem mantı yedim hatta eve de aldım vakumlu paketlerde satılıyor) Giderseniz mutlaka yemeğinizi burda yemelisiniz derim ben. Hem fiyatları uygun ( İstanbul'a göre) hem de temiz ve lezzetli yemekler. Bir de tombik ekmeklerinden yemenizi ısrarla tavsiye ederim. Kayseri'de Erciyes'e çıkıp bir de yetmezmiş gibi o soğukta telesiyeje bindik. Bir 500 mt daha bizi yukarı çıkarıp getiren telesiyejdeki maceralarımızı ancak videosunu izleyenler ne kadar eğlendiğimiz anlar. Etrafta bitki örtüsü bile yoktu. Kar yağmamıştı. Ortam ıssızdı ve o zaman şarkı söylemek lazımdı :) Biz de şarkı söyleyip dans edip biraz ısınalım dedik. "Dere beni boğamaz denize mi dalayım? Oldunuz 2 tane hanginizi alayım" Alper'in çıkardığı bu karadenizli şarkı eşliğinde nasıl mı dans ettik? Tabiki kollarımızla :) Üzerimize verdikleri battaniye ve ekstra montlarla üşümemiz biraz olsun azaldı. Bu arada Erciyes'in pisti ( karsız da olsa) bize baya güzel göründü. Hem geniş hem de eğimi rahat ,uzun bir pisti var. Kışın uçağa atlayıp kayak- board için gidilebilir. Ben acemi boardçu olarak geniş pistleri seviyorum slalom yapması daha kolay oluyor ;)

( iŞTE MUTLULUKTAN HAVAYA UÇTUĞUMUZ ANLAR )

Ayrıca yer altı şehirleri & mekanları da her ne kadar yaşamak için olmasa da gezmek veya yemek yemek için ilgi çekici yerler. Bizim yemek yediğimiz yerde ortam güzeldi ama yemekler çok başarılı değildi. Yine de karnımızı doyurduk diyelim halimize şükredelim değil mi? Soğukkuyu yer altı şehrinde ise savaş zamanı yerin altına yaşamlarını sığdırmış insanları düşünüp hayretle etrafı izliyorsun. Yerin 55 mt altına inip görmeye değer ;) Bu arada Ürgüp'ün içi akşam yürüyüşü yapmak için uygun bir şehir merkezi. Çeşitli entel İstanbullunun buralardan kaçıp oralarda açtığı kafelerde oturabilirsiniz. Örneğin biz Han Çırağan'da oturup şarap içtik. İlke ve Alper bize şarapla ilgili dersler verdiler. Mesela şarap kadehini salladığında şarap bardağın altına doğru yol yol dökülürse birşey damarlı oluyordu ama ne olduğunu kaçırmışım. Üzüm olabilir mi? Beyazlar'da Emir, Misket, kırmızılarda Öküzgözü , Kalecik Karası favorilerimiz :)
Kaldığımız 5 yıldızlı Perissia otel güzel olsa da yemekleri 5 yıldızlı diğer otellere nazaran daha az çeşitliydi . Bir de içeceklerin ekstra olmasını yadırgadım. Yine de yemekleri lezzetliydi. Sanırım biraz cimriliğe kaçmışlar. Otel İspanyolların akınına uğramış gibiydi. Otelden yürüyerek şehir merkezine 25 dk 'da gidebiliyorsunuz. Bu arada bize eşlik eden sevimli köpek dostlarımızı da unutmayacağım. Hiçbir çıkarları olmadığı halde bizi kolladılar, sevgiyle etrafımızda koşturdular. Dilerseniz şehir merkezinde (içini gördük temizdi) oda+kahvaltı 16-19 TL gibi ücretlere öğretmenevinde de kalabilirsiniz. Bu arada manzara olarak Güvercinlik vadisi de çok hoş bir yer. Daha çok kalenin etrafında zamanında yerleşmiş fransızların yaşadığı bir yer. Bu bölgeleri çok ayrıntılı gezemedik bunun için aslında tursuz bağımsız gezmemiz gerektiğine karar kıldık. Tabii güneşin tepeden inmediği daha sıcak bir mevsimde :) Tam bir karasal iklim, gündüz güzel olsa da hava geceleri baya soğuk oluyor. Ayrıca Hacı Bektaş Veli'nin müzesini de ziyaret ettik. Burada Şems'in de mezarını gördüm. İstanbul'a dönüş yolunda Tuz gölü'ne uğrayıp Şereflikoçhisar'da Baran tesislerinde yediğimiz lezzetli etli ekmeği de eğer yolunuz düşerse garsondan sipariş etmenizi ve midenize indirmenizi öneriyorum. Benden Kapadokya önerileri ve anıları bu kadar ( aslında daha çok ama sizi de daha fazla sıkmayayım) Bizleri tura davet eden neşeli eğlenceli yol arkadaşlarımız İlke&Alper'e de burdan teşekkür eder, bir sonraki gezimizde görüşmek üzere esenlikler dilerim. Yurdumun güzel yerlerini keşfetmek adına her türlü gezi teklifine açığız efenim. Sevgiler...
(Çektiğim sadece 2 adet fotoğraf elimde olduğundan şimdilik bu 2sini yayınlıyorum. Burak'ın da çektiği bazı fotoğraflara buradan ulaşabilirsiniz)